Bazı meslekler vardır; unvanı kartvizitte değil, insanın kaderinde yazılıdır. Öğretmenlik işte böyledir. Kalbiyle çalışanların, gönlüyle öğretenlerin, bir ömre dokunan ellerin mesleğidir. Kutsallığını maaşından, makamından, statüsünden değil; bir çocuğun gözlerinde yanan o küçücük ışıktan alır. Çünkü öğretmen, öğrettiği bilgiden daha çok, dokunduğu yüreğe iz bırakır.
Bu yol kutsaldır; çünkü insanı şekillendirir.
Bu yol meşakkatlidir; çünkü geleceği omuzlarında taşır.
Ve bu yol değerlidir; çünkü ardında yüzlerce hikâye bırakır.
Her öğretmenin taşıdığı görünmez bir yük vardır. Hem kendi ailesinden, memleketinden, sılasından uzakta olmanın sızısı… hem de sınıfa her girişte “Ben bugün bu çocuklara ne bırakacağım?” sorusunun ağırlığı. Onlar çoğu zaman kendi evlatlarını az görür ama başkasının evladına bir ömür yetecek sevgiyi verirler. Bir yeri doldurmazlar; bir hayatın yönünü değiştirirler. İşte bu yüzden öğretmenlik yalnızca bir meslek değil, bir adanmışlıktır.
Benim de böyle bir adanmışlığa şahit olduğum bir anım vardır…
Lise ikinci sınıftayken, dersimize giren güzel konuşma ve edebiyat öğretmenimiz Şennur Hocam bir ödev vermişti:
“Haftaya, başınızdan geçen ya da hayal ürünü bir hikâye yazıp getireceksiniz.”
Gençliğin rehaveti midir, yoksa o anki dalgınlığım mı bilmem; ödevi yapmadan geldiğim gün, sınıfta içimi bir telaş sardı. Alacağımız puan da bu hikâyeye bağlıydı; yani dönüşü olmayan bir köşeye sıkışmıştım. Teneffüse çıkar çıkmaz elimdeki kâğıda alelacele bir hikâye yazmaya başladım. Tamamı hayal ürünüydü, fakat kalbimden döküldüğü için belki de ilk defa o kadar içten olmuştu.
Derste hikâyemi okurken sınıfın gürültüsü bir anda durdu. Fısıltılar kesildi, nefesler tutuldu. Herkes merakla dinlerken ben hâlâ yazdıklarımın gerçekten değer taşıyıp taşımadığını düşünüyordum. Bitirdiğimde Şennur Hocam’ın yüzündeki hayretle karışık tebessümü hâlâ aklımdadır. Bana dönüp, o nezaket dolu ama bir o kadar kesin olan ses tonuyla şöyle demişti:
“Senin fen bölümünde ne işin var? Aslında edebiyat bölümünde olman gerekir.”
Bu cümle, belki o an kaderimin yönünü değiştirmedi, ama kalbime bir ışık bıraktı. Zaman geçti, hayat bizi bambaşka yerlere savurdu; fakat Şennur Hocam’ın o sözünün bendeki izi hiç silinmedi. Belki bugün kaleme aldığım her satırda, içimde saklı duran o teşvik, o güven yeniden hayat buluyor.
İşte öğretmen dediğimiz; insanın görünmeyen tarafını gören, onda gizli olanı keşfeden, bir cümlesiyle bile bir ömrü doğrultan kişidir.
Bir çocuğun içindeki cevheri ilk fark eden…
Bir gencin yönünü değiştiren…
Bir insanın sesini bulmasına yardım eden…
Bugün, bir ömre dokunan tüm o elleri saygıyla anma günüdür.
Sılada memleketini özleyen, köy okulunda sobayı yakan, şehirde kalabalığın içinde kaybolmuş bir çocuğun gözlerinde ışık arayan, öğrencilerini kendi evladı gibi seven, her sabah “Bugün de bir hayata değeceğim” diyerek sınıfa giren tüm öğretmenlere…
Bizleri büyüten, yoğuran, yol gösteren bütün Şennur hocalara…
Kutlu olsun Öğretmenler Gününüz.
Işığınız daim olsun; çünkü siz ışık oldukça biz yolumuzu hiç kaybetmeyeceğiz.