Asya´nın Söndürülen Kandili: Uluğ Bey Medresesi
KÜNİB Taşkent Eğitim Fuarı kapsamında, katılımcı rektörlerimiz ve üniversite temsilcilerimizle medeniyet kaynaklarımızın kökleri ile de buluşma fırsatı bulduk. Buhara ve Semerkant seyahatleri, bizim için tam bir iç muhasebeye dönüştü; modern tıbbın babası İbni Sina, matematik ve algoritmanın üstadı Harezmi, akılcı din anlayışının öncüsü İmam Maturidi, araştırmacı ruhun vicdanı Buharî, gönüller sultanı Yusuf Hemedani ve Bahaüddin Nakşibendî, şiirin üstadı Ali Şir Nevai ve daha nice büyük zatlar, bu kutsal topraklarda yetişmiş ve Asya´nın kandilleri olarak insanlığa ışık saçmışlardı.
Bu seyehatin şüphesiz en trajik öyküsü, bir rüyadan arta kalmanın hüznüyle bizi karşılayan görkemli Uluğ Bey Medresesi´nde yatmakta idi.
Bugün üç ayrı kampüsü içine alacak netlikte mükemmel bir yapı olan Uluğ Bey Medresesi, 1417-21 yıllarında tamamlanır.
Emir Timur´un torunu Uluğ Bey, devrin en önemli matemetik ve astronomi bilginlerinden biridir ve Bursalı Kadızade Rumî, Cemşid, Ali Kuşçu gibi devrin en büyük 70 alimini bu medresede toplar. Medresedeki teorik bilgiyi realize etmek için Semerkant yakınlarında, bugün bile gıpta edilecek o devrin en modern rasathanesini kurar ve kendi buluşu olan Suds--ı Fahrî, Rub-ı Daire gibi aletlerle bir yılın 365 gün
6 saat 10 dakika ve 8 saniye olduğunu söyler. Bugünkü en son teknoljik aletlerle yapılan ölçümler ile aradaki farkın bir dakikadan az olduğu düşünülürse, devri için nasıl bir değer olduğu daha iyi anlaşılır. Fuat Sezgin hoca, Bilim Tarihi çalışmasında bu rasathaneye şöyle vurgu yapar; ?Kurduğu rasathane, çağının en modern usullerle gözlem yapan, araştıran, inceleyen, bilimin aydınlığını yayan bir ilim irfan merkeziydi.?
Semerkant bu yönüyle dünyanın en mühim bilim ve ticaret merkezlerinden biri olur.
Fakat bilimsel ve insanî gelişmeleri kurmak kadar onu korumak, sürdürmek ve ileri boyutlara taşımak da önemlidir. Gelişme ve ilerleme her şeyden önce zihniyet sorunudur; zihnin ve vicdani gelişmemiş insanlara/ toplumlara büyük hakikatlerden ve bilimsel vizyondan bahsetmek, talihsizliktir ve sizinle olay ederler.
Nitekim Uluğ Bey´i aynı meşum son beklemektedir. Savaşlar, kişisel ihtiraslar ve özellikle ´ilmi-i nücûm´ ve ´cinlerle uğraşıyor´ denerek devrin yobaz mollaları tarafından dışlanan Uluğ Bey, ne acı ki, oğlu tarafından öldürtülmüştür.
O sıralar Uluğ Bey Medresesi´nde, genç bir araştırmacı olan Ali Kuşcu, artık Semarkant´ta yaşanamayacağını anlayınca; toparladığı eserlerle birlikte gizlice Tebriz´e oradan da Fatih Sultan Mehmed´in özel daveti üzerine Istanbul´ a gelir, büyük bir törenle karşılanır ve Ayasofya Medresesi´ne aylık 200 altın ücretle müderris olarak atanır, dersler verir.
Bilim, kendisine değer veren insanları ve toplumları yücelten bir değer olduğu için bu sefer Osmanlı Devleti´nin yıldızı parlamaya ve dünyaya ışık saçmaya başlar. Fakat Uluğ Bey´in öldürülmesi ve diğer aydınların da bertaraf edilmesiyle Asya´nın kandilleri bir bir söner ve sonra zulüm ve karanlık dönem/leri başlar.
Hayat, aydınlıkla karanlığın, adaletle zulmün ve nihayet yaşamın ve ölümün mücadelesidir. Biz yaşarken gücümüzü daima aydınlıktan, adaletten ve hayattan yana kullanmalıyız; daima adaletin, aydınlığın ve hakkaniyetin yanında olmalıyız. Çünkü kötülük bulaşıcıdır ve çabucak yayılır; kötülük ve adaletsizlik yalnızca onu yapanları değil bütün insan türünü ilgilendiren felaket sonuçlar doğurur. Nitekim, 27 Ekim 1449 günü Semerkant´ta Uluğ Bey kandilinin söndürülmesi, bütün Asyanın karanlıkta kalma nedenlerinden biridir.
Şimdi bütün bu olanlardan ders alma ve Doğu´nun/ Asya´nın kandillerini yeniden yakma vaktidir; zira meşhur sözdür; "Yiğit düştüğü yerden kalkar..."