CEMAL ŞAFAK


YER SİLKİNDİ

DEPREM


2023 yılındaki ülkemizi ve bizleri büyük üzüntüye boğan ve 11 ilimizi kapsayıp elli bini aşkın insanımızı kaybettiğimiz depremle ilgili kaleme aldığım yazımı son Marmara depremi nedeniyle yeniden paylaşmak istedim. İçimizi acıtsa da yaşadıklarımızı aklımızda tutup bilimsel gerçekler doğrultusunda hareket etmemiz kaçınılmaz değil mi?

                                     YER SİLKİNDİ BİZ DAHA SİLKİNEMEDİK

      Japon Yüksek Mimarı Yoshinori Moriwaki’nin bir Türk Tv kanalındaki röportajını dinlerken hiç de prensip olarak kabul etmediğim iki toplum arasındaki karşılaştırmaya kaptırdım kendimi. 

     Onlar ve biz… Bu karşılaştırmanın bizleri hangi gerçeğe götüreceğini ister istemez yorumlamak istediğimizi kabullenmek zorundayız. Millet olarak ne kadar güzel hasletlere sahip olduğumuzu sadece bizler fark ediyoruz. Dünyada hiçbir milletinin özünde var olmayan temiz ve samimi duyguları inanın sadece bizler yaşıyor veya az da olsa yaşatıyoruz. Bu duygusal haslet ne yazık ki bizi kalkındırıp muhasır medeniyet seviyesine ulaştırmada yeterli olmasa gerek. Bilim ve mühendislik anlayışını eğitimin her sahasına yerleştirmedikten sonra sadece romantik duyguların varlığı millet olarak bizi dünya çağdaş medeniyetinden çok çok uzakta olmamıza sebep olacaktır.

     Ne diyor Yoshinori Moriwaki bu yayında. Siz askere gidene “Adam olacaksın.” Diyorsunuz biz ise ilk okula yeni başlayan bir çocuğa aynı şeyi söylüyoruz. “Siz birilerinin dağıttığı bir ürünün dört bir etrafını sarıp almaya çalışırken biz hemen sıraya geçiyoruz.” Aramızdaki bu sosyal farkı içimizi acıtsa da kabullenmek zorundayız. 

    Mine G. Kırıkkanat 17 Ağustos 1999 Marmara depremi nedeniyle yazdığı bir yazısında “Toprak” konusunu ne de güzel anlatılmış. Okuyunca siz de hak vereceksinizdir.

   “Yine apansız ve derinden geldi ölüm.

Kapıları vurmadı, kırdı. Çatıları abanmadan çökertti, duvarları dokunmadan yıktı. Rüzgâr olsaydı, duyumsardık acı soluğunu. Su olsaydı, bilirdik boğduğunu. Ama topraktı. Üstüne hanelerimizi, hayatımızı kurduğumuz, altına tohumlar ektiğimiz, bereketli bereketsiz, olmayınca olmadığımız toprak. Canlı cansız her şey gibi, onun bağrından çıkmıştık. Anamızdı bizim. İyi ya da kötü, hâlâ anamız. Otlardan, ağaçlardan tek farkımız, toprağı sarmalayan kökler yerine, bağımsız ayaklar vermiş olmasıydı bize. Arada bir havayla aldatır, bulutlarla oynaşırdık, ama yine ona dönmecesine. Hanelerimizin köklerini salmıştık ya bağrına, bizi böyle uçarı, kabul etti sanmıştık. Elbet bir gün toprak olacaktık ama, ölümümüz onun elinden olmayacaktı, temellerimiz çürük olsa da onun analığı sağlamdı.”

    Sözün özü:

Gelişmiş ülkeler…

Bilimi (Atları), inancın (Araba) önüne koyarlar…

Az gelişmiş ülkeler ise

İnancı (arabayı), bilimin (Atların) önüne koyarlar…

     Bu gerçeği bu toplumun zihninin en derin uzuvlarına yerleştirebilirsek mutlaka ve mutlaka sonuç alır, bilinmez rüzgarların önünde oradan oraya savrulmayız.

    Yazımı bitirirken Türk’ün çağları delip gelen bir sesi olan Korkut Ata ruhuyla 1999 yılındaki felakette bize el uzatan rahmetli Bahtiyar Vahapzade’nin sedasını da hatırlatmak istiyorum. Onun bu zor günlerimde imdadıma karşılık kazma küreği kapıp koşarak gelen torunları bana moral verdi. İçi yanan enkazın altı ve üstündekilere de moral olur umarım. 


“İşitince ata yurtta depremi

Aktı yaşım, döndü başım Türkiyem.

Her derdimin, kederimin ortağı,

Can kardeşim, kan kardeşim Türkiye.

….

 

Öz hükmü var her zamanın, her anın,

Yaman gününde yanındayız biz senin,

Ana yurtta vatanımsın, vatanım,

Vatanımda, vatandaşım Türkiye.

 

Tarih boyu bu ehdimiz bozulmaz.

Türk milleti har olmamış, har olmaz.

Her beladan Türk’ün beli kırılmaz.

Sen ey benim can sırdaşım Türkiyem.”