Hayatın içinde:
Emek, mizah, sevgi, vicdan ve sanatla yoğrulmayan hiçbir şeyin yaşamsal tadı yoktur, aslında!
O zaman;
Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir dünya yaratmak ve bize hayatı yeniden iade etmek mümkün değilken, yaşamı keşkelerle ve pişmanlıklarla söndürmek, yaşamsal tatlara sırtımızı dönmek niye?
Geçmişiyle yüzleşemeyenler, keşkeleri kendine zehir ederek yaşama tutunanlar bilmezler mi üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız, eksik olduğumuzu ararız, hem de eksik bırakandan ya da ona benzeyenden dileniriz bir ömür boyu. Oysa yaşamak seçim yapmaktır ve her durum bir seçimdir aslında. Ve yaşamdan bize ne yansıyorsa, o biz davet ettiğimiz için burada.
Bu algı, evreni ve içindekileri onurlandırmadığımız anlamına gelmemeli aksine bize yansıyan bu güzellikleri içselleştirmemizdir, ?onlar ve siz? ayrımını ortadan kaldıran.
Yaşam ki bizden; kendi gücümüzü, benliğimizi keşfetmeye cesaret edin diye bağırıyor, bunları bize sık sık hatırlatıyor. Yaşam içerisinde ki iniş ve çıkışlarla, kayıplar ve kazanımlarla.
Bu yaşamı ertelemeyelim, bir başka uygun anı beklemeyelim, şimdi yaptığımız seçimler küçük görünsede kendimizi olduğumuz halimizle kucaklamanın, kendimize doğru yürümenin ödülü bize özgürlüğümüz olarak dönecektir.
Yeter ki biz buna inanalım, inanmaksa tamamen bize kalmış. Ne dersiniz, çok geç olmadan, yaşamın yüreğine yüreğimizi değdirmeye değmez mi?
Kanatlarımızı enginlere açmaya, keşkeleri olumlamaya, kalbimize aldıklarımızla aydınlık bir umuda elele yürümeye değmez mi ?
Yaşadıkça, yetersizlik ve güvensizlik duyguları yaşamın her alanında karşımıza çıkacak, bunu zamanda yol aldıkça görüyoruz zaten. Onu göğsümüzde büyütmediğimiz sürece geldikleri gibi giderler, yaşadıkça görüyoruz. Ruhsal sağlığımızın ölçüsü tökezleyip tökezlemediğimiz değil, tökezlediğimizde ne yaptığımızdır. Ayağa kalkar, üstümüzü temizler ve yaşamaya devam ederiz. Yaşam hep bir karşılama ve uğurlama değil midir zaten. Kaldı ki hayat hep devam eder taa ki etmeyene kadar.
Bakış açımız, algılama zerafetimiz bütüncül olduğu sürece yaşamın yedek oyuncuları değil, yaşamın göbeğinde terimizi akıta akıta, kana kana içerek yaşamın ırmaklarını derinleşebiliriz. Ne kadar uzun ne kadar kısa yaşadığımızın bir önemi yok aslında. Önemli olan öğrenmeye başlamak, aramak, bulmak ve özgürleşmek inanarak.
Yaşamda dik durmak için illa da biri ve birilerinin varlığına yaslanan, sadece ondan beslenen, sürekli ihtiyaç duyan benlik en küçük bir çekilmede yerle yeksan olan insanlar azımsanmayacak kadar çoktur.
Bize yol göstericiler olabilirler, farklı zenginlikler katabilirler lakin bizim adımıza hayatımızı yaşayamazlar. Hayatı deneyimleyecek olan da, yenileyen de bizim irademiz ve azmimizdir. Düşünceleri soğuk, ruhu buruş buruş olmuş insanların bize katacağı hiç bir şey yoktur.
Bilinçte ilerleme, algılamada derinlik kendi içimize yapacağımız yolculuklarla mümkündür. Doğa, insanlar bize sadece farklı pencereler açar. Bu pencerelerden bakan gözler bizimdir, hiç kimse bir başkasının yerine göremez, hiç kimse başkasının yaşam soluğunu onun yerine üfleyemez.
Hayatın sorumluluğunu yüklenmemek, hiç bir şey yapmadan seyretmek varlığımıza bir anlam katmaz. İnsan kalabalıklarında içimize yapacağımız yolculuklardır bizi bütüne ulaştıran. Bizi mücadeleci ve yaşam savaşçısı kılan.
Yolu yolumuzun üstünden geçen, köprü güzel insanlarla yenilenmek ve yaşama esinlenmiş bir renk armonisi çizmek yine bizim kendi elimizde. Ne olursa olsun kendini taklit etmekten öteye geçmeyen, hazır kalıplarla tekrarlanan yaşamlar insana hiç bir şey katmıyor, dinginlik, bilgelik ve huzur vermiyor.
Hepimiz, hayatımızın her günü birlikte zamanda yolculuk yapıyoruz. Bu önemli yolculuğu güzelleştirmek için yapabileceğimiz tek şey elimizden geleni yapmak.
Çünkü yaşam daha sade ve çok daha hakiki bir şeydir ve herkes kendi hayatının bahçıvandır. ?Yaşam İşleyeni Severim!?