
Yaklaşık beş on yıldır yaşamımızı hep yeni yıldan umutlu olarak geçirdik.Her yeni yıl geçen yılı arattı diyebiliriz. Çünkü, bir önceki yıla göre hep daha fazla ekonomik ve sosyal kayıplarla girdik. Oysaki her yılbaşı yaklaştığında hep yeni umutlarla geleceğe güvenli bakmak üzere umutlarla gözlerimiz mecliste, bakanların açıklamalarında kaldı. Ancak, her yılbaşı öncesi açıklaması yine hüsranla umutsuzlukla sonuçlandı.
Arada bir seçim dönemine denk gelen zamanlarda biraz umut verici iyileştirmeler sağlansa da bununda uzun soluklu olmadığı ve birkaç ay sonra o umutlarımızın da yıkıldığını gördük.
Ekonominin zor bir dönemeçte olduğu iki bin yirmi beş yılının ağır ekonomik ve sosyal koşulları büyük bir nüfus kesiminin artık dayanacak halinin kalmadığını işaret ediyordu. Özellikle büyük kentlerde kiralar başını almış gidiyor, en ucuz ev kirası neredeyse maaşın tamamına yakınına denk geliyordu. Gıda desen, fiyatlar neredeyse uçmuş birçok insan artık çıkma tabir edilen market atığı gıdaları toplama noktasına gelmiş. Askıda faturalar kilometrelerce uzunluğu geçmiş.
Asgari ücret yirmi iki bin liradan yirmi sekiz bin liraya çıkmış. Buna karşın ev kiraları ise, asgari yirmi beş bin lira tabandan uygulanmaya başlamış. Çalışan kesim ile emeklisi arasındaki uçurum giderek büyümüş ve emekli memur yasal hakkı olan seyyanen zamdan gelen farkı bile alamamıştı.
Tam da iki bin yirmi altıdan umutlu olalım derken emeklilerin iç acıtıcı durumuna tanıklık etmek içimizi yakıyor. Tüm sosyal yaşamlarını ucuz belediye kültür merkezlerine bağlayan emekliler gün boyu bir veya birkaç bardak çay ve ucuz simitle günlerini bu türden sosyal ortamlarda geçirir olmuşlar. Yılbaşından sonra gelmesi beklenen muhtemel zamlar bile daha şimdiden insanları kara kara düşündürmeye yetiyor da artıyor bile. Hatta emeklilerin ücretsiz ulaşımdan yararlanma imkânlarının dahi tartışmaya açılıyor olması onların ne kadar aşağılanıyor olmasına yetiyordu da artıyordu bile.
Tam da iki bin yirmi altıdan umutlu olalım derken;
*Hava sahalarımızda uçakların düşmesi,
*İHA’ların ülkemizden alçak geçiş yapması,
*Teröristlerin bile muteber sayılması,
*Birçok adli suç unsurlarının kovid yasasıyla dışarı salınıp, tehdit oluşturması,
*Taciz, tecavüz, mafya, tehdit ve yasadışı bahis oyunlarının artması,
*Karadeniz’de gemilerin vurulması, asgari ücretin yere çakılması,
*Maaşların günden güne erimesi, zamların ardı ardına gelmesi,
*Emeklinin perişan edilmesi, kiraların tavan yapması,
*Doğal beslenme maddelerine erişmenin imkânsızlaşması,
*Okula aç gidip bir öğün yemek yiyemeden aç dönen öğrencilerin olması,
*Etin, balığın ulaşılamaz olması, belediye lokalleri ve lokantalarının emeklilerle dolup taşması,
*Evsiz barksız emeklilerin sıradan ucuz otel odalarına mahkûm olması,
*Sokak dilencilerinin sayılarının günden güne artması,
*Üreten ve kendine yeten ülke konumundan ithal ürünlerle üretim değil tüketim toplumuna dönüşmesi,
*Yazar, çizer ve düşünürlerin hapislerde tutulması,
*Hırsızlık, yolsuzluk, yasaklı madde kullanımı ve ahlaksızlıkta tavan yapmamız karşısında iki bin yirmi altıdan nasıl bir umut yılı çıkar ki?
Bu koşullarda yeni yıl gelse ne yazar?
Bu tablodan nasıl bir umut yılı çıkar ki?
*İki bin yirmi altı yılından yani yeni yıldan da ne yazık ki yine umutsuzuz.
Fakat yine de “2026 / YENİ YILIMIZ KUTLU OLSUN” demekten başka bir şey gelmiyor içimizden. Umarım yanılırız ve umutlarımız yine güçlenir. Sevgi ve umut tohumları yine yeşerir.
Yaşar GELER




