FERDİ GÜNGÖR


Ülkenin Psikolojik Durumları

Bizim sorunumuz aslında psikoloji...


 

Arda Turan... Galatasaray'da genç yaşında kaptanlık pazubandını takınca, kimse şaşırmamıştı. Ardından yurtdışına gideceği konuşulduğunda hepimizin aklında Manchester United, Bayern Münih, Real Madrid ya da Barcelona vardı. Aşağısı kurtarmazdı. Onun için Atletico Madrid'e imza atınca ben dâhil birçok kişi burun kıvırdık. Arda, çok daha büyük kulüpleri hakediyordu.

Yanıldık mı? Yanıldık elbette... Arda Turan'ın Atletico macerasını yalnızca bir geçiş ve alışma süreci olduğunu söyleyenler haklı çıktı. Arda Turan, çok kısa bir sürede Madrid'in efsanesi oldu. Tribünler hep bir ağızdan Arda'nın ismini bağırmaya başladılar. Oyuna alınmadığı ve kulübede oturduğu sırada taraftarlar "Arda, Arda" tezahüratıyla Teknik Direktör Diego Simeone'ye mesaj veriyordu. Hatta öyle ki, ünlü Teknik Direktör Diego Simeone, Arda yüzünden birçok kez İspanya'da futbol kamuoyuyla karşı karşıya gelmek zorunda kaldı. Basın ve Atletico taraftarı, Arda'yı 90 dakika sahada izlemek istiyordu.

Simeone, bir çok kez Arda'nın henüz hazır olmadığını anlatmaya çalıştı. Hatta çabaladı. Aslında anlatamak istediği şuydu: "Futbol da dâhil hayatın tümünde psikoloji, yeteneğin ve gücün her zaman önünde gelir. Arda ise psikolojik olarak hâlâ hazır değil". Ancak bunu hakkıyla bir türlü anlatamadı. Belki de pek umursamadı, yeterince çabalamadı. Belki Arda, Simeone gibi kendisi de sorunlu bir kişiyle değil de Jürgen Klopp gibi hiçbir sorunu olmayan ve hatta Almanya'dan dolayı Türkleri yakından da tanıyan bir teknik direktörle çalışsaydı, kariyeri bu şekilde tepetaklak olmayacaktı.

Çok sevildi Arda Madrid'de... Özellikle takım arkadaşları Arda'ya neredeyse taptı. Bunun en önemli nedeni Arda'nın Türk olmasıydı. Bizde öyledir çünkü... Diğer milletlerin aksine sevgimizi ve eğlencemizi çok aşırı yaşarız. Bu aşırılık içinde ise bir samimiyet ve içtenlik, doğallık vardır ki, bu konuda rutin bir yaşam sürmüş olan başka başka milletten insanlar, çok etkilenirler. Madrid'de de böyle oldu. Sıcakkanlı ve sempatik tavırları Atletico Madrid taraftarını da etkiledi. Belki Arda'ya sorsak anlatır; bence Atletico Madrid'in çalışanları da etkilenmiştir. Eminim, takım arkadaşlarıyla en çok güldükleri İspanyolca esprileri ve şakaları Arda, Atletico'nun paspasçısına, kapıdaki güvenlik görevlisine yapmıştır. Şimdiye kadar tek bir İspanyol'dan ilgi görmemiş Atletico çalışanları ise takımın yıldızı olan Arda'nın kendileriyle kompleksiz bir şekilde ilgilenmesine ise önce şaşırmış sonra ise bundan büyük mutluluk duymuştur. Bunları bildiğimden değil, Türk Kültürüne hâkim olduğumdan söylüyorum. Biz kompleksli insanlar değilizdir genel olarak... Kültürümüz, herkesi "insan" olarak kabul eder. 

Galatasaray ve camiasının gururu Arda Turan, 12 milyon Euro gibi akla hayale gelmeyecek bir bedele Atletico Madrid'e transfer olduktan sonra, aldığı paranın da hakkını verdi. Simeone, bir süre sonra Arda baskılarına boyun eğdi ve Arda da bu şansları iyi değerlendirdi. Öyle ki, Arda Turan, İspanya Ligi'nde hakkında en çok konuşulan konular arasına girdi. Sparta Filmi'nden çıkan sakallı haliyle İspanyol Gazetelerinde manşetleri süsleyen Arda, Atletico'nun ezeli rakibi Ronaldo'lu Real Madrid'in ve taraftarının en çok çekindiği oyuncuların başında geldi. Barcelona ile oynanan maçlarda gösterdiği performans ile alkış alan Arda, Messi'den daha iyi oynadığı yolunda iddialarla İspanyol kamuoyunun tekrar tekrar gündemine geldi. 

Çok değil 4 sezon kaldığı Madrid'de Arda'lı Atletico, bu sürede 1 Lig Kupası, 1 UEFA Kupası, 1 UEFA Süper Kupası, 1 İspanya Süper Kupası ve bir de İspanya Cope del Rey adıyla bilinen büyük turnuva kupası kazandı. Arda dillerde, Arda şarkılardaydı.

Sonra sıra bizim de hayallerimizin gerçekleşmesine geldi: Arda Turan Barcelona'ya transfer oldu. Hepimiz çok sevindik. Arda Turan için tam 34 milyon Euro bonservis bedeli ödenmişti. Bu Atletico için de bir rekordu. Ancak ne olduysa o günden sonra oldu. Arda Turan, büyük bir hızla düşüşe geçti ve daha Barcelona'da ısınamamışken kendini İstanbuk Büyükşehir Belediyesi futbol takımında buldu.

Editor Filozof, [17.02.21 10:05]
Tartışma konusu ise şuydu: İBB mi Barcelona'dan daha büyüktü yoksa Arda mı düşüyordu?

Elbette Arda düşüyordu. Bu yüzden hastane rezaleti asla hiçbirimizi şaşırtmadı. Çünkü Türkiye Kültürünün az önce yukarıda yazdığım dünyayı kendine aşık edecek güzel yanları olduğu kadar kötü yanları da vardı ve Arda güzellikleri olduğu kadar çirkinlikleri de aşırı yaşamaya -belli ki- kararlıydı. Hastane rezaleti Arda'nın sonu oldu. 

Bu hikâyeye bir ekleme daha yapalım: Tugay Kerimoğlu... Önce 1999 yılında İskoç Rangers takımına transfer olan Tugay, ardından 2001 yılında İngiliz Blackburn Rovers takımına geçti. Tıpkı Arda gibi Galatasaray'da yetişmişti ve Blackburn Rovers'da 2009 yılına kadar top koşturdu. Tıpkı Arda'nın Atletico'da yaşadığını hatta daha fazlasını yaşadı: Blackburn taraftarı için bir efsane oldu. Öyle ki, takımda Kaptanlığa kadar yükselen Tugay'ın jübile maçında 32 bin kişi kapsiteli Ewood Park adlı stadyumu İngilizler hınca hınç doldurdu. Bir Türk vatandaşı için yapılan bu görkemli törenin benzeri ne dün ne bugün yaşanmadığı gibi gekecekte de dünyada yaşanacak olması çok düşük bir ihtimaldi. Ne siyasi ne tarihi bakımdan bir türlü yıldızımızın barışmadığı İngilizler, bir Türk'ü bağrına bastı. Jübile sonrası âdeta yalvardılar Tugay'a... O kibirli bildiğimiz İngilizler, bir Türk'ün önünde diz çöktü: "Gitme" dediler. "Gitme ve bizim kulübümüzün bir efsanesi olarak, kulübümüz için ve bu kez yönetici olarak, farklı kulvarlarda çalış. Ömrünün sonuna dek bizimle kal. Tecrübelerini genç İngilizlere anlat".

Tugay ne yaptı? Kendisine altın tepside sunulan fırsatı bıraktı ve ailesiyle birlikte Türkiye'ye geri döndü. Galatasaray ve A Milli Takım'da çalıştı. Şu sıralarda da sanırım televizyonda yorumculuk yapıyor. Arda'dan sonra bir başka kariyer de işte bu şekilde noktalandı.

Peki, tüm bunların özeti neydi? Söyleyeyim:

Bizim ülke olarak psikoljimiz bozuk arkadaş! Üstelik biz psikologları da bilirsiniz, "Deli doktoru" falan diye küçümseriz. Psikoloji bilimine zerre kadar önem vermeyiz. Oysa psikoloji, insanın kariyerini etkileyen en önemli faktördür. Psikoloji önemlidir. Güçten de yetenekten de önde gelir. Fırsatlar belki çoğu zaman şanstır ancak bu fırsatları değerlendirmek de psikolojinin işidir. Hadi teknik bir deyim de kullanayım, yazımız akademik bir kimliğe de bürünmüş olsun: Psikoloji, tutundurma karmasının en önemli unsurudur. Yani bir başarının devamı isteniyorsa, ulaşılan tepe noktada kalınmak niyeti varsa; en önemli ihtiyaç, psikolojik berraklık, psikolojik rahatlıktır.

Spora herkes siyaset bulaştırıyor, biz geri mi kalalım? Kardeşim, Recep Tayyip Erdoğan'ın başarısı, ta Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu zamanlarda yaşadığı "Psilolojik motivasyonunun gücü" sayesindedir. Bunun için İBB Başkanlığını rahat yürüttü: Türkiye'de o dönem en çok konuşulan kişi oldu. Bu nedenle rahat bir Başbakanlık, rahat bir Cumhurbaşkanlığı yaşadı. Bu nedenle bu kadar çok seçim kazanabildi. Başkanlık ise Recep Tayyip Erdoğan'ın son noktası oldu. Psikolojisi Başkanlığı kaldıramadı. Başkanlık, Recep Tayyip Erdoğan'ın psikolojisini aştı. Zaten iyi ki de aştı. Bu Başkanlık sistemi, Türkiye gibi mozaik ve çok sesli bir ülkede herhangi bir kişinin psikolijisini ve siyasi motivasyonunu sürdürebilir kılmasının önünde en büyük engeldi. Bu ise hep böyle olacak.

Bizim sorunumuz aslında psikoloji... Ben bunu aslında daha iyi ve net bir şekilde size uzun uzun belki de 300 sayfalık bir kitapta ve hakkıyla anlatmak isterdim. Ancak bunu yapamam.

Çünkü takdir edersiniz ki, benim de sorunlarım var. Benim de sorunum sizinle aynı: Psikolojik.