VATAN TOPRAĞINA HAYSİYETİYLE DÜŞEN CAN…!
Romalı Filozof Seneca’nın aşağıdaki sözü düşünen, anlayan ve geleceği hissedebilen şahsiyetler için çok ama çok anlamlı bir söz: “Ölüm her şeyi eşit kılar…” Bu söze karşılık olarak da yıllarca hafızama yerleşmiş bir cümle ile Seneca’ya cevap veresim geldi: Mezara sadece haysiyet gider.
Neden böyle bir girişle yazıma başladım? İzah edeyim: Malumunuz bu hafta yılda bir kere de olsa hatırladığımız, şahsiyetimizin oluşmasında, eğitim düzeyimizin gelişmesinde, hayata bakışımızın ve terbiyemizin olumlu düzeyde belirginleşmesinde çok büyük katkısı olan öğretmenlerimizin anlamlı haftası. Meslek gruplarının içinde belki de en fedakar meslek ordusu olarak bilinen öğretmenler için ne de güzel bir tabir kullanılmış. “İrfan ordusu…” Bilginin kaynağı, doğru düşüncenin merkezi, hoşgörü ve karşılıksız yardımın adresi olarak bilinen bu canların Türkiye’mizde kör kurşunlarla hayattan koparıldıkları da bir acı gerçek. Bir zamanlar içimden geçen duyguları acı içinde dillendirirken aşağıdaki satırlara sığınmıştım ki, bu duygularımı sizlerle paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
Ben “yıl” dedim, onlar “gün” dedi…
Ben “gün” dedim onlar “dün” dedi,
Ben “dün” dedim onlar “son” dedi.
Ama Allah var ben hiç “son” demedim. Eğitim yuvalarında yankılanan o ahenkli zil sesi hayatımın her anında yüreğimde yankılanır oldu. Uzak köylerden giyimleri dizlerine kadar buz tutmuş öğrencilerimi hatırlarım sabahın kör vakitlerinde okula gelirken. Bir kömür sobasının etrafında halka olup kendilerini daha doğrusu yüreklerini ısıtmaya çalışan buğday tenli o memleket sevdalısı öğrencilerimi. Öğlen aralarında ellerindeki arasına peynir sıkıştırılmış dürümlerini ısırırken izlerdim. Akşama doğru köylerine umutlarıyla koşan yüzleri ayazdan çatlak, sevdası özünden yüce pırlanta kalpli canları içim burkularak seyrederdim. Yeni bir sabaha tekrar başlamak üzere sözleşmiş gibi birbirimizden ayrılmaya çalışırdık. Özellikle sabah saatlerindeki 45 dakikalık ilk dersimin ancak 20 dakikasını dersle geçirirdik. Geri kalan zaman onların yüreklerinin ısınması ve anlatacağım konuya ilgi sağlamaları için akşamdan hazırladığım plan doğrultusunda soru cevapla geçerdi. Teneffüs dediğimiz dinlenme süresi için koridora adım atar atmaz arkamdaki seslerin onlardan geldiğini huzurla dinler ve sorularını cevaplamaya çalışırdım. Etrafımda bir sevgi yumağı oluşturan bu değerler beni yaşadığım bütün dünyadan koparır, kendimi onların arzularına göre yönlendirirdim.
Evet ben bir öğretmendim… Anadolu’muzun ve Türk Dünyasının en ücra köşelerinde soğuk ve köhne sınıflarımı güzelleştiren ve beni yaşadığım dünyaya bağlayan öğrencilerimle. Onlar öğrenirken ben, ben öğrenirken onlar adeta gökyüzüne kuşlar gibi kanat çalardık. Tıpkı ilk öğretmenim Rahmetli İlbeyi Akkoç’un öğrettiği gibi ben de sizlerle bu hayata güçlü adımlar atmak için uğraştım. Hayatımda tanıdığım müstesna öğretmenleri hep gururla izledim. Onlardan çok önemli meslek dersleri aldım. Bir İlbeyi Karipoğlu, bir Asker Kirman, uzak iklimlerde aynı coşkuyu öğrencilerine aktarmak isteyen bir Tatyana Tsoy, Rebiyye Zerdabi, Şolpan Karsıbekova, Uljan Joldasova, Güleyhan Aqtay, Aynagül ve Salima apaylar, Gülüm Blen, Totı Koşanova, Toktasın Seyitova, Aliya Erkinbekova, Suluvşaş İsmailova, Lezzet Alibekova ve daha nice değerler hiç mi hiç unutmadım. Genç beyinlere A, B, C ile birlikte kalem tutmayı ve hayata tutunmayı öğreten bu yüce gönüllü eğitim neferlerine selam gönderiyorum.
Benimle aynı duyguları ve aynı meslek aşkını benimseyen nice canları da hain pusularda kaybettik karanlık yıllarda. İçimizi parçalayan bu kurşunlar değil de onları benim adıma affetmek için çadır mahkemeleri kuranlar, Türk’ün Meclisinde sözde “Barış ve Kardeşlik Komisyonu” kuranlar… Asıl içimizi parçalayanlar bu oldu. Hiç sevgi yumağına kurşun sıkılır mı? Ne yazık ki, bu alçaklıkla da tanıştık bir zamanlar. Ve şimdilerde bu hainliğin merkezinde olan bir caninin ayağına milletin vekili olanlar el etek öpmek için gidiyorlar. Okuluna, görevine, sınıfına adeta uçar gibi koşan bu karakteri göğün yücelerinde dolaşan eğitim serdengeçtileri nereden bilecekti kendilerine kurulan tuzaklara takılacaklarını. Merhametli canlara merhametsiz oyunlar sahnelendi bu topraklarda bir zamanlar. Kiminin eşine, kiminin babasına, kiminin çocuğuna acımasız parmakların kurşun sıktığını izledik yıllarca. Hani bir Azerbaycan Türkünün yürek yakan manisinde dediği gibi:
“Heyet ne şirinsen
Kim sennen doydu getti?
Gedenner bu dünyada,
Gelbini goydu getdi.”
Onlar kalplerini bu dünyada bırakıp gitti. Yani yukarıda belirttiğim gibi haysiyetleriyle yüreğimize gömülüp gitti.
Bize de içimizin yangınını söndürmek için 2010 da kaleme aldığım aşağıdaki mısraları ve efsaneleşmiş o isimleri anmak düştü. İmralı’ya caninin önünde diz çökmek için giden sözde milliyetçi kara giyimlilere lanet olsun…!
ŞAFAĞA YETMEYENLERE…
“Fevzi Ateş”im vardı Batman’da batırıldı,
Soğuk kurşunlarla duvarlara çakıldı.
“Nurettinler” nerede yılmayan yürekte mi?
Vefasız diyarda mı üşüyen güneşte mi?
Ömer Serin, Aydın Yılmaz el uzatır telaşla,
Heyhat! Boşa bekler, şehit olur Maraş’la.
Sıra Sadettin’de, Nesrin, Cuma Uğur’da
Sıra sıra namlular merhamete pusuda.
Neşe Alten Bismil’e babasıyla varmıştı,
Aylık bile almadan hainlikle tanıştı.
Tunceli’de iki dağ: Bayram-Nurgül Aladağ,
Yıllar geçti, geçmedi içimdeki yara… Dağ...
Eşmepınar’ımdan su içti Sezgin Yolcu,
Gercüş’te kan izi var unutma bizim yolcu!
Numan-Ayşe Konakçı Bismil’den haykırıyor
Cevap verin ey millet? “Bizi kimler vuruyor?”
Yasemin-Bayram Tekin bayrama yetmediler
Betül’ü kucaklayıp cennete yetirdiler.
Kimi tekti, kimi çift, iki yaşında bebe,
Neden katil bulunmaz kime beyniniz gebe.
Ayağa kalk adalet çadırlarda gezinme?
Uşağın ayağında uşak olup da sinme!
Yarın günümüzmüş! Ne günü ey gafiller!
Yüzlerce öğretmenin kanı şafağı bekler.
Kara toprağın bağrına haysiyetleriyle uçan fedakar canlara saygı ve sevginin en anlamlısını gönderiyorum.
Cennet otağınıza selam olsun adı vatanımın mukaddes taşına yazılı serdengeçtiler…!




