Terekeme kültürünün kalbinde bir Aşık yaşar. O, sadece sazıyla değil, yüreğinin ateşiyle konuşur. Kelimeler dudaklarından değil, gönlünün derinlerinden doğar. Her söz bir dua, her ezgi bir miras gibidir. Çünkü Terekeme insanı, sözü kutsal bilir; bir kelimeyi rastgele söylemez. Aşık, köyden köye gezerken yalnız hikâyeleri değil, yürekleri de taşır sırtında. Her türküsü, bir annenin duasına, bir babanın nasihatine, bir çocuğun gülüşüne karışır.
Bir köy meydanında, ateşin çevresinde sazın sesi yankılanırken, herkes susar. Çünkü bilirler: Aşık konuşuyorsa, orada artık söz değil, ruh vardır. Sazın teliyle kalbin bağı bir olur. Geceler uzar, yıldızlar şahit olur o hikâyelere. Bu topraklarda söz, sadece anlatılmaz — yaşanır, hissedilir, nefes alınır.
Ama Terekeme kültürü sadece sözle değil, tadın geleneğiyle de yaşar. Bir sofra kuruldu mu, o sadece yemek değil, bir muhabbet meclisi olur. Sofralar misafirsiz kalmaz, dualar eksik edilmez.
Kışın ayazında ayran aşı kaynar tencerede; bir kaşık sıcaklıkla yürekler ısınır.
Sabahın erkeninde tandırın başında gagala pişer; kokusu evi sarar, çocuklar sabırsızlıkla bekler.
Bir tabak hıngel çıkar annenin elinden — sarımsaklı yoğurdun içinde kaybolur sevgiyle yoğrulmuş hamurlar.
Ve en çok da bir bardak çayın yanında edilen söz, o sofrayı tamamlar. Çünkü Terekeme sofrasında yemekten önce insan, yemekten sonra muhabbet vardır.
Bu kültürde her tat, bir hikâyeye; her hikâye, bir duaya karışır. Aşık’ın sesiyle yankılanan türküler, sofradan yükselen buharlara karışır. İşte o an, hem doyulur hem de dirilir insan.
Bir çocuk annesinin yoğurdundan tattığında, bir genç babasının sözünü hatırladığında, bir yaşlı Aşık sazına sarıldığında — kültür yeniden doğar.
Terekeme insanı bilir: Bir milletin asıl gücü, kılıcında değil, sofrasında ve sözündedir.
Ve onlar bu gücü, bin yıllardır paylaşarak, dinleyerek, sözün ve tadın izinde yürüyerek taşımışlardır.




