MAZİYE DÖNÜP BAKTIM
Az değil. Tam 12 yıl çok uzak ama bizim olan diyarlarda ömür sürüp bulunduğun yere hizmet etmek anlamlı olsa gerek. 1994 Ekim ayından başlayarak 2006 Temmuz ayına kadar bir üniversite bünyesinde idareci ve öğretim görevlisi olarak eğitime, öğretime, ideallerime katkıda bulunmak ne mutluluk verici bir duygu bilmenizi isterdim. Bu çok anlamlı görev sırasında yüzlerce arkadaşla, yüzlerce öğrenci ile muhatap olmak, onlara mensup olduğun ülkenin insan yapısını olumlu yönde temsil etmek, bulunduğun coğrafyadaki kandaşlarınla ortak özellikleri hissederek yaşamak, aslında onlardan coğrafi farklılık dışında bir ayrıcalığının olmadığını yansıtmak kolay görünse de fedakârlık isteyen bir duygu idi.
Geriye dönüp baktığımda bunu başarmanın mutluluğunu hissetmek kadar insanda güzel duygular uyandıran başka bir şey olmasa gerek.
Yapı olarak birlikte olduğum insanların hayatlarını gözlemlemek, onların okuyup yazdıklarını, sevdiklerini, ilgi ve alakalarını onlara hissetirmeden irdelemek benim de bir hasletim olsa gerek. Hani derler ya “Öldükten sonra yaşamak istiyorsan bir eser bırak.” “Eser” sözü biraz iddialı bir kelime ama resimde gördüğünüz acizane çalışmam da yukarıda kısaca bahsettiğim yılların anısı olarak elimizde bulunan bir örnek. Sağolsun akademik hocalarım, aynı ortamda farklı üst düzey görevlerde bulunarak üniversitemize hizmet eden büyüklerim, arkadaşlarım ve bugün Türk Dünyasının farklı bölgelerinde üniversitemizde almış oldukları bilimi ve eğitimi yine bulundukları bölgenin insanına hizmet için kullanan yüzlerce öğrencimden bazılarının kısa anılarını ve görüşlerini yansıtan bu çalışmam hep elimin altında olacak ve gelecek yıllarda 12 yılın çok anlamlı bir çalışması olarak zihinlerde ve hatıralarda yaşayacak. Bir de tam dört yıl boyunca Türkiye Türkçesini öğrettiğim öğrencilerimin mezuniyetindeki mısralara yansıttığım duygularım…
KANATLANAN SUSKUNLAR…
Hep susarlardı on beş genç.
“Konuşun” dedikçe yere bakarlardı.
Ama ben anlardım
Gözleriyle konuştuklarını.
Gün geçti…Günler geçti…
Bir fidanın canlanması gibi,
Yavaş yavaş canlandılar.
Önce sabırları kanatlandı.
Dilleri kanatlandı,
Ve sonra.
Hülyaları kanatlandı.
Arzu oldular…
Umut oldular…
Donuk gecelerde bile
Yıldız oldular
Gökyüzüne takılı.
Kimileri süzülüp kayboldular
Derin karanlıklarda.
Kimileri,
Almas oldu,
Arman oldu, Timur, Ercan, Nurgali oldu.
Jeltoksan Kayratları gibi.
Kimileri de
Asem, Hanzade oldu.
Gülcan, Saide oldu.
Gülnar, Gülcevher,
Aynur ve Saltanat oldu.
Zerafet perileri gibi…
Kısacası; uzak…Çok uzaklardan
Göz kırpar oldular aydınlık sabahlara
Ve
Kazakistan’ımın hür şafaklarına…!
Size mendil sallamıyorum
Çünkü sizi her gece
“Kanatlanan Suskunlar” olarak
Gökyüzünde görüyorum.
Türkistan-1998