Ancak satırlar beni öylesine bir yere taşıdı ki, ben de kalemin peşinden gittim. Meselenin diplomatik tarafını hemen herkes konuştu, yazdı ve çizdi. Bu defa meseleye yürek diplomasimizle bakalım istedim. Biz meselenin yürek yakan taraflarını yazalım. Yüreklerde yer eden yönlerini hafızalarımıza kazılayım. Kazıyalım ki unutulmasın ve nesillere aktarılsın.
30 yılı yakın dönem ve 100 yılı uzak dönem olmak üzere Karabağ meselesi gündemden düşmüyor.
Karabağ’a ait söylemler ve yaklaşımlar; meselenin en yetkili kurumu gibi görünen Minsk grubu tarafından bile bugüne kadar örtbas edilmenin ötesine geçmedi. Ta ki, son Ermeni saldırısı ve akabinde Azerbaycan’ın verdiği tepkiye kadar… İşin başında ifade edelim: Bu mesele Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkıdır ve haklı mücadelesidir. Ve Karabağ meselesi Türkiye'nin herhangi bir iline bakış açısı ile aynıdır.
Gelelim meselenin evveliyatına…
Karabağ’da ermeniler 1922’de azınlıkta idi. Sonrasındaki yıllarda bölgeye sürekli bir ermeni göçü teşvik edildi. Aynen Filistin toprakları taktiğinde olduğu gibi strateji izlendi… Bu durum nüfus açısından ermeniler çoğunluğa erişinceye kadar sürdü. Aşağıda anlatacağım sürece dikkat edin. Müslümanların topraklarına ve bağımsızlıklarına hep bu yollarla musallat oluyorlar, uyanık olalım ve bilinçli olalım.
Gelelim yüzyılın ortalarına... 1944 yılında SSCB/rus zulmünden kaçan 146 Azerbaycan Türkü de ülkemize sığındı. Dönemin Cumhurbaşkanı İnönü, SSCB(Rus)’nin talebiyle bu kardeşlerimizi onlara teslim etti. Azerbaycanlılar, “Lütfen bizi o azılı düşmanlara teslim etmeyin, bizi siz öldürün. En azından kendi vatanımızda, kendi bayrağımızın altında ölmüş oluruz” deseler de, karakol komutanı 146 sığınmacıyı Sovyet Rusya’sına teslim etti. Ruslara zorlukla teslim olan 146 Türk evladı, hemen elleri ayakları bağlanarak oracıkta, Türk askerlerinin gözleri önünde ve Iğdır’daki sınır kapısına yakın yerdeki Aras Nehri üzerindeki Boraltan Köprüsü’nde ruslar tarafından kurşuna dizilerek öldürüldü. Bu kardeşlerimizin üstüne türküler ağıtlar yakıldı.
Sonrasında da Sovyet zulmü Türkistan diyarını perişan ediyordu. Müslüman görmeye tahammülleri yoktu. Türkistan coğrafyasında bırakın Kur’anı Kerim okumayı, Yesevi’nin ismini anmak suç haline gelmişti. İbadethaneler bombalandı ve tarumar edildi. Büyük bir göç dalgası bölgeyi sardı. Kazakistan, Kırgızistan, Tataristan, Özbekistan, Tuva ve Doğu Türkistan bölgesi adeta göç dalgalarıyla ve zulümlerle inliyordu. Rahmetli Menderes'in 1950'lı yıllarda Türkistan coğrafyasından Türkiye'ye gelenlere yaptıkları hep hayırla yad edildi. 1950’de Rahmetli Menderes ve arkadaşları iktidara geldiğinde vaziyet biraz durgunlaştı. Türkiye’nin güçlü yaklaşımı zulümleri durdurdu. İkili ilişkilerdeki tutum Türk coğrafyasını cesaretlendirdi.
Merhum Başbakan Adnan Menderes, Bağdat’ta İmâm-ı Âzam Hazretleri'nin türbesini ziyaret ederken... “Osmanlı yıkıldıktan sonra İmam-ı Azam’ın nizamı da yıkılmış, darmadağın olmuştur. Bu nizamın başka esaslar dahilinde yeniden kurulması lazımdır. Biz göremeyeceğiz ama torunlarımız muhakkak görecek" demiştir.
1960’a gelindiğinde Türkiye İhtilal ile uyandı. Yassıada'da düzmece mahkemede, millet sevdalısı ve kardeş ülkelerdeki insanların umudu olan Başbakan ve 2 Bakan dar ağacına gönderildi. Meydan onlara kalmıştı. Karabağ’da ve bölgede sürdürdükleri ancak 10 yıl ara verdikleri katliamlarını 1960 darbesinin ardından Türkiye’nin içlerine taşımaya karar verdiler.
Sonrasında o dönemki ismiyle SSCB’nin Başkanı Mikhael Gorbaçov’un Glastnost/Açıklık ve Prestroika/Yapılanma politikaları sonucu Karabağ meselesi tekrar gündeme geldi. 1989’da Karabağ Parlamentosu aldığı bir kararla Karabağ'ı Ermenistan’a bağlamak istedi. Rusya/Gorbaçov bunu reddetti ve aksine Karabağ’ı Azerbaycan’a bağladı. Ardından 1991 yılında Rusya’nın dağılması sonucu doğan siyasi boşluğu fırsat bilen Ermeniler Karabağ’da bağımsızlık ilan ettiler. Müslümanları katletmeye başladılar. 1992 Mayısında Laçin, Kelbecer, Ağdam, Fuzuli, Cebrail, Gubatlı ve Zengelan işgal edildi.
İşgalde öylesine bir saldırı oldu ki, neyin ve hangi meselenin intikamını aldıklarını anlamak oldukça zordu… Karabağ bölgesinin işgalinde Müslüman Karabağlılar parça parça edildi. Derileri yüzüldü. Hatta teröristler arasında bu iş idda haline dönüştürüldü. Canlı canlı derisi yüzülen bir Müslümanın kaç dakika dayanacağı konusunda bahisler tutuldu.
Kadınlara tevacüz edildi, katledildi. Birçok Müslüman kadının yakalanacağını anlayınca intihar ettiği ve kendini uçurumlara/ırmaklara attığı kayıtlara geçti. Hatta öylesine ki, bir bebek annesinin gözü önünde satırla ortadan ikiye kesildi, bu haliyle bebek bir sopa gibi kullanılarak annesine vuruldu ve annesi de kanlar içinde hunharca öldürüldü. Çocukların bedenleri ermeni teröristler tarafından canlı canlı satırlarla doğrandı. Yaşlılar mermi harcamamak için süngülendi ölmeyenler kurşunlandı. İşin özü terör ve katliam bunların mayalarında var.
1 milyona yakın bir nüfus olan Karabağ halkı toplu katliamlarla soykırıma tabi tutuldu. Teröristler suçlarını gizlemek için cesetleri, açılan büyük çukurlara doldurdular. Buna rağmen Ermeni diasporası durmadı. Soykırımı kendileri Karabağlılara yapmalarına rağmen "Fransa merkezli Ermeni soykırımı kararı" aldırdılar. Dünyada her meselede Müslümanları baskı altına alınmaya çalıştılar.
Durmadılar, 1980’lere kadar Ermeni Asala terör örgütü Türkiye ve dünyada ciddi katliamlar sergiledi. Konsolosluklarımız basıldı, diplomatlarımız kaçırıldı katledildi. Diplomatların aileleri evlerinde kurşuna dizildi. Elleri arkadan bağlanarak boğuldular veya banyolardaki küvetlerde cesetlerini parçaladılar.
Uçak kaçırma eylemleri, bombalamalar ile dünya insanı perişan edildi. 1980 sonrasında Asala PKK’ya dönüştürüldü. Sözde Kürt İşçi Partisi (Partian Karkerian Kurdia) ismiyle yeni bir yapılanmaya girdi. Bu vasıta ile Ermeni terörü ülkemize odaklandı. Köyler basıldı, kadınlara tecavüzler ve kundaktaki bebeklere kurşun sıkmalar her gün yaşanan hadiseler haline geldi. Anadolu halkının evlatları pusularda ve baskınlarda ermeni eksenli bu teröristlerce katledildi. Ülkemizin, köylerin ve şehirlerin yapısı değiştirildi. Köyler boşaltıldı, kentler keşmekeşe döndürüldü ve Anadolu tedirgin edildi. Vatan evlatları yitirildi.
12 Eylül 1980 ihtilali sonrasında ihtilal komitesinin de el altından destekleri ile ermeni PKK terör örgütü hemen her bölgede bilinir hale getirildi. Devamında ordu içindeki ihanetlerle birçok askerimiz pusuya düşürüldü. Şehir merkezleri, çarşılar, karakollar, okullar bombalandı. Son kırk yılda 30 bin insanımız katledildi. 700 milyar dolarımız heba edildi. Genç dinamik ve eğitimli önemli bir kesim bu saldırılarda hayatını kaybetti. Batının terör konusunda yaptığı tek şey silah satmak ve teröristleri desteklemek oldu. Buna rağmen Ermeniler el üstünde tutuldu. Yaptıkları unutturulmaya çalışıldı. Unutacak mıyız? Elbette ki hayır. Unutursak kanımız kurusun.
Geldiğimiz noktada 27 Eylül 2020’de Karabağ’da ermeniler aynı senaryoyu tekrar etmeye kalktılar. Ancak Azerbaycan eski Azerbaycan ve Türkiye eski Türkiye değildi.
“Batının sattığı silahlarla savunma yapıldığında meşru, kendi silahlarını üretip kendini savunduğunda gayrı meşru” öyle mi? Yok artık öyle yağma.
Böyle bir manzara ile son 30 yılı geçirdik. Dünyada fok balıklarına gösterilen ilginin zerresi Karabağ toplumuna gösterilmedi. Ermenistan kınanmadı. Üstüne üstlük ülkemizde “Hepimiz Ermeniyiz” sloganları attırıldı. Her meseleyi dine ve İslam’a bağlayanların; Karabağ konusunda katil Ermeni teröristlere ve onların dinlerine hiçbir laf etmemeleri gözden kaçmadı. Karabağ’da kadın ve çocuk katledenlere karşı çifte standart yaklaşımları kayıtlara geçti.
Ancak, durum bundan sonra farklı…
Dünyada kadınları bebekleri çocukları katlederek “Barış” isteyen ve kendilerine dünyanın inanmasını bekleyen alçak bir toplulukla karşı karşıyayız. Karabağ’ın işgalini Ermeni/Pkk teröründen bağımsız düşünmek diplomatik cahilliktir.
Azeri toplumuna bir Boraltan daha yaşatamayacaklar. Türkiye toplumuna terör ve buna bağlı kaotik durumu akıllarının ucundan dahi geçiremeyecekler. Türkiye’nin adaletli tutumu uluslar arası toplumlar tarafından hissedilir oldu. Bunun etkilerini ilerleyen günlerde daha da fazla göreceğiz.
Şu bir gerçek ki, bir sistem sıradan bir krizi bile uzun süredir çözmüyorsa, bu sistem içinde bu krizden faydalananlar vardır. Biz krizlerden faydalanan değil, adaletle sonuçlandıran olacağız.
Akan kanı ve gözyaşını bunun için durduracağız.