Çözüm Süreci'ydi... Gazetecinin partisi yoktur ama bir fikri vardır, bir duruşu vardır: Herkesin çekindiği, ülkücülerin ve ülkü ocaklarının hareketli olduğu bir dönemde, Beykoz'da HDP binasına gitmiştim. Bir gece önce parti binasına yönelik bir taciz olmuştu. Ben hem bu durumu, hem artan tansiyonu ve hem de Çözüm Sürecini parti yetkilileriyle konuşmak istemiştim. Hatırladığım kadarıyla video çekimi de yapmıştık ve hem videoyu internet sitesinde verdik; hem de gazetede geniş bir röportaj olarak yayımladık.
İki kişiyle yaptık röportajı: Birisi Ordu Mesudiyeli bir genç adamdı, yanında da bir genç hanım... Her ikisi de HDP Beykoz İlçe Eşbaşkanları'ydı. Yani Türkiye'nin kendine özgü bir takım alışkanlıkları olsa da ve hatta çoğu zaman bu Eşbaşkanlık gibi kağıt üzerinde "hoş" duran ancak uygulamada gerçek anlamıyla asla uygulanamayan bir durum sözkonusu olsa da görüntü güzeldi. Röportaj da güzeldi aslında... Ordu Mesudiyeli olan Eşbaşkan, kendisinin bir Karadenizli olarak HDP'de siyasi mücadele verdiğinin altını çize çize konuşuyordu. Ancak o güzel röportajda yer almayan bir ayrıntı vardı: HDP Beykoz İlçe Başkanlığının girişinde, duvardan duvara dev bir Abdullah Öcalan posteri duruyordu. Ben bu posterden ne haberde bahsettim, ne de bir görüntü alarak kullanmadım. Düşüncem de şuydu: Böyle bir durumu eğer ifşa edersem, bu durum bu konularda aşırı hassasiyet sahibi Beyozluları tahrik edebilirdi. Çözüm Sürecine etki etmek istemiyordum. Üstelik, bu durumun geçici olduğuna inanıyordum ya da ona inanmak istiyordum: Sonuçta, benim yaşam felsefeme göre hayat, bir tüketimden ibaretti. Herhangi bir konuda yasaklar, ona olan ilgiyi de kutsallaştırmayı da tetikliyordu. Serbest bırakmak ise bir süre aşırı da yaşansa, sözkonusu durum ya da olgunun tüketilmesi ile sonuçlanıyordu. Bu poster durumu da elbet tüketilecekti.
Olmadı; tükenmedi. Üstelik, olay hiç umulmayan noktalara kadar evrildi. Masum bir sivil hareket olan Gezi Direnişi'nde dâhil, bazı guruplar Abdullah Öcalan posteri açmaya başladı. Röportaj yaptığım günlerin ardından meselâ HDP Beykoz İlçe teşkilatı, Paşabahçe sahilde bir Kongre yaptı: Orada daha da büyük bir Abdullah Öcalan posteri açıldı.
Sonra? Sonra taraflı-tarafsız hemen her kesimden sempati toplamayı başarmış olan Selahattin Demirtaş'ın sosyal medyaya "Abdullah Öcalan'ın heykelini dikeceğim!" sözlerini söylediği videolar düştü. Her şey üst üste geldi: Çözüm Sürecinde dağdan inen PKK'lılar sanki yıllarca üzerlerine iftira atılmış gibi katil bir militandan çok bir Halk Kahramanı edasıyla şehre inmeye başladı. Hatırlayın, Güneydoğu Anadolu bölgesine giden araçlar yol ortasında PKK'lılar ya da sempatizanları tarafından durdurulup, tek tek arandı. Kimlik kontrolü yapmaya kalkıştılar. Tüm bunların ardından da HDP ve HDP'lilere karşı "geçmişte Kürt vatandaşlara ya da onların yaşadığı bölgelere yönelik yapılan haksızlıklar" önkabulü ve bu yöndeki pozitif ayrımcılıklar birden yerini "acaba"lara bıraktı. Hadi bugün için bir tahminimi de söyleyeyim: Sevgili Ruşen Çakır Abimin ya da Sevgili Levent Gültekin'in yerel seçimler sonrası Devlet eliyle gerçekleştirilen ve yurtdışında da büyük yankılar uyandıran "HDP'li Belediye Başkanlıklarına kayyum atanması" konusu, tam da bu nedenlerle toplumda yeterince tepki toplamadı. Eğer Çözüm Süreci gerçekten de HDP ve PKK'lılar tarafından iyi bir şekilde değerlendirilmiş olsaydı, ne Devlet böyle bir kayyum atanması sürecine girişir ne de giriştiğinde kamuoyu bu kadar bu işe sessiz kalırdı.
Fethullah Gülen sempatizanları için de durum böyle değil miydi? Normal şartlarda büyük fırtınalar koparılması gereken Devlet uygulama ve tutumları, yine Çözüm Süreci örneğinde de olduğu gibi kamuoyunun genel bir tepkisini çekmedi. Çünkü Fethullah Gülen sempatizanları da geçen 20 yıl içinde pek de "inançla sınırlı" bir görüntü vermedi: Özellikle Ergenekon ve Balyoz davaları ile son olarak 15 Temmuz Darbe girişimleri ve sonrasında kendilerine yönelik kamuoyunda olası bir "insan hakları ihlâli" merkezli bir destek-savunma girişimini de tamamen engelledi. Tabi bu sırada Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun da hakkını teslim etmek yerinde olur: Sonunun bugün olduğu gibi hapishane olacağını belki de bile bile yaşanan ihlallerini hep Fethullah Gülen sempatizanlığından da bağımsız bir şekilde; kararlı bir şekilde ortaya koydu. Bu dönemde Fethullah Gülen sempatizanlarının gözünde Ömer Faruk Gergerlioğlu âdeta bir Oscar Schindler'di.
Dönelim HDP'ye...
Belki şimdi yapacağım tespite hem MHP hem de HDP'liler kızacaklar ama bilimsel olarak her ikisi de aslında birbirine benzeyen ideoloji partileridir. Birisi Türk Milliyetçiliğini, diğeri ise Kürt milliyetçiliğini ön plana alarak siyaset yapar. Bu noktada MHP'ye de HDP'ye de verilen oyların çok düşük bir kısmı "kemik oy" sayılabilir. Çünkü gerek ülkedeki gerekse küresel anlamdaki değişim ve gelişimler, 2021 yılı dünyasında oy veren ya da verecek seçmeni de etkiliyor. Benim şahsi kanaatim de şu: Bence MHP'ye de HDP'ye de oylarının yarıdan da fazlası aslında "emanet oy". Nitekim bunu son seçimlerde de İyi Parti ile görmüş olduk.
Şimdi gelelim HDP ile İyi Parti'yi neden aynı cümlede kurma ısrarımın nedenine... Yazının başlığında ne anlatmak istediğime...
Ben bu haliyle yarın bir seçim olsa MHP'nin de HDP'nin de barajı geçeceğine pek ihtimal vermiyorum. Bence bunun sinyalini de son yerel seçimlerde net bir şekilde gördük. Özellikle seçim yenilenmesi kararı bence AKP ile birlikte MHP ve HDP'yi de emanet oylardan mahrum bıraktı.
Şu halde de sorum şu: Acaba MHP'nin içerisinden çıktıktan sonra Türk Milliyetçiliği ülküsünden vazgeçmeyen ancak evrensel hukuk ve demokratik yaşam konusunda da başarılı bir sınav veren İyi Parti benzeri bir parti HDP içinden de çıkar mı? Yani hem Kürt Milliyetçiliğini gözardı etmeyecek ama diger yandan da PKK yükünü büyük bir kararlılıkla kenara bırakıp, evrensel hukuka da sıkı sıkıya bağlı kalacak bir parti... Hani hep diyor ya Siyaset Bilimci kişiler, "İyi Parti, Türk Milliyetçiliğinin Kentli olan kısmına hitap ediyor" diye... E, Kürt olan ama Kentli olan, Kentli bakışla dünyayı yorumlayan bir kitle yok mu? Artık köylülerin bile cep telefonu, interneti varken; kırsal kesimlerde bile "Ya kardeşim Kürt'üz ama burada da biraz aşırılık yapmış bizimkiler" diyen ya da diyecek kişiler yok mu?
Var...
Nereden mi biliyorum? Siz sadece HDP'nin yerine kayyum atanan Belediyelerin Başkanlarının isimlerini duydunuz. Biz gazeteciler ise HDP'nin o Belediyelerde Aday gösterirken, HDP'nin de içinde olan pek çok Kürt'ün "Ya kardeşim, bu adamı Aday göstermeyin işte... Daha iyisi var: Onu seçelim/ona gidip teklif götürelim" dediklerini biliyoruz. Biliyoruz yani... Keşke bana imkân verseler de HDP'nin son seçimlerde kazandığı tüm illerdeki ve ilçelerdeki Başkanları değil; Başkan Adayı gösterilmemiş Adaylarını araştırsam. Onlarla konuşsam... HDP'nin teşkilatlarında görev alan kişilerle tek tek görüşüp, bu Aday gösterilmeyen kişilerle ilgili düşüncelerini okuyabilsem. O zaman bu yazdıklarım havada da kalmaz; bilimsel bir gerçeklik olurdu.
Yine soruyorum: HDP içinden İyi Parti gibi gelecekte başarılı olacak ve merkeze yakın bir parti çıkabilir mi?
Kendim yanıtlayayım: Çıkar... Çıkacak... Çıkmalı...
Aksi takdirde yine altını çizerek söylüyorum: Emanet oylarını kaybeden HDP, gelecek ilk seçimde MHP ile birlikte barajin altında kalacak.