CEMAL ŞAFAK


GÜZÜN SON GÜNÜ, VEDANIN ACI GÜNÜ

ALİ SULTAN TİKDAŞ


GÜZÜN SON GÜNÜ

                               VEDANIN ACI GÜNÜ

Hani “bakmak” ve “görmek” kelimelerinin gerçek anlamdaki özellikleri üzerinde uzun uzun tartıştıktan sonra bir sonuca varırız ya, işte onun gibi aramızda yaşayıp da nasıl bir karaktere sahip olduğunu bilmediğimiz kişiler için fikir yürütür ve çoğunlukla da kararsız kalırız. 

Size bu yazımda anlatacağım şahsiyet bir halk çocuğu, bir doğruluk timsali, bir iyilik sever, sevenlerini ve de özellikle ailesini her zaman ve her yerde elinden geldiğince koruyan biri.  Kasım ayının son günü yakalandığı amansız hastalığa yenik düşüp hayata veda eden Ali Sultan Tintaş…

Yakın akrabalığımız yanında birbirimize yaşıt olmamız onunla hayat bağlarımızın daha da kuvvetli seyretmesine vesile olmuştur. Sevincimizi, üzüntümüzü, başarımızı, sıkıntılarımızı ortak akılla çözmeye çalışmamız, yıllar boyu birlikteliğimizi korumamız taktir edilecek bir gelişme olsa gerek.

Hani derler ya “Ahlâklı insan basit ve dürüsttür, kişisel gururu yoktur” İşte Ali dayım da o yapıda bir kişilikti. Gösterişten uzak, geleneklere bağlı, insani ilişkileri ön planda tutan, iyiyi ve kötüyü hayat tecrübesi sayesinde önceden sezebilen yapısı hemen herkes tarafından fark edilen olgun bir şahsiyetti.

Çok genç yaşında yaşadığı topraklardan ve ailesinden kopup İstanbul’un Beyoğlu gibi çok farklı bir sosyal yapıdaki yerleşimde mekan tuttu. Hayatını, gençliğini yetiştiği topraklardan hiçbir bağı olmayan bir yörede devam ettirirken hem çalışıp ekmeğini kazanmak ve hem de ailesine katkıda bulunmak kolay olmasa gerek.

Beyoğlu’nun arka sokaklarında bin bir türlü insanın içinden ahlaki yapısını koruyarak çıkan kaç kişi vardır acaba? Sağlam bir karakter yapısı onu çevresinde daha da sevilen, saygı duyulan bir özelliğe kavuşturdu yıllar sonra. 

Kurduğu aile yapısı özünde onun ahlaki hasletlerinden izler taşır ki bu farkındalığını ancak onu çok iyi tanıyan, yakından gözlemleyen kişiler fark ederdi.

Sonsuza uğurladığımız bu müstesna şahsiyetin bizlere bıraktığı ahlaki değerleri umarım bizlerde devam ettiririz.

Çok sevdiğiniz, saydığınız bir kişiyi yazılı ya da sözlü anlatmak oldukça güç. Gözlerimizin nemlendiği, hıçkırıklarımızın boğazımıza düğümlendiği anlar işte bu anlar olsa gerek. Mehmet Araz sanki onun diliyle aşağıdaki mısraları sıralamış.

 

       ELVEDA DÜNYA

Bəlkə bu yerlərə bir də gəlmədim,

Duman, salamat qal, dağ, salamat qal.

Dalımca su səpir yoxsa buludlar? -- 

Leysan, salamat qal, yağ, salamat qal!

 

Qıy vuran qartallar yox oldu çəndə,

Nərgizlər saraldı şehli çəməndə.

Ey qaragöz pəri, dalımca sən də

Boylan, salamat qal, bax, salamat qal!

 

Gəldim, qarşıladı güllər-çiçəklər,

Gedirəm, əl edir boz biçənəklər.

Nidamı çaylara dedi küləklər:

Bulan salamat qal, ax -- salamat qal!

 

Dağların pələngi, şiri də sənsən,

Şairi də sənsən, şeri də sənsən.

Varı, bərəkəti, xeyri də sənsən -- 

Çoban, salamat qal, sağ-salamat qal!

 

Bu şiiri okuduktan sonra içim göynüye göynüye dilime (biraz da üzerinde küçük nazireler yaptığım) yine Mehmet Araz’ın aşağıdaki mısraları takılıyor.

“Gözümdən getməyir camalın sənin,

Köçüb bu dünyadan ne yana getdin?

Beyoğlu, Çamlıca oldu məskənin

Yoxsa onlardan da o yana getdin?”

Emanetin olan hayat yoldaşın, dünya iyisi Sevim Hanım’ı ve çocuklarınızı kalbi duygularla sevip sayacağımızı tekrarlıyor sana “Otağın cennet olsun!” diyoruz!