1957 yılında Kars’ın Azat köyünde dünyaya gelen Erzade Kapan çiftçi bir aile olan Mustafa Bey ve Hava Hanımın ilk çocuğudur. İlkokulu köyünde, Ortaokulu Kars’ta bitirdi. Aşığın hayat hikâyesini kendisinden dinleyelim.
Âşık Erzade Kapan” Kars’ta ortaokulu okurken Kazım Paşa caddesi üzerinde Mamoşa ait handa o dönemin usta âşıkları Âşık Gülistan Çobanlar, Âşık Murat Yıldız, Âşık Lütfi Aydın, Âşık Şevki Halıcı, Âşık İslam Erdener, Âşık Zabit Müdam, Âşık İlhami Demir, Âşık Mehmet Hicrani ve Âşık Üzeyir’i dinlemek için akşamları han’a giderdim. Bu ismini saydığım üstatların çalıp söylediği sözler beni çok etkilerdi. O yıllardan itibaren şiir yazmaya başladım. Köyümüze gelen aile dostumuz Âşık Şevki halıcı benim âşıklığa olan sevdamı anlamış olmalı ki bana bir saz hediye etti ve ilk saz hocam Âşık Şevki oldu ayrıca Âşık Murat Çobanoğlu’dan da bağlama ve makam dersleri aldım. Bu dönemde âşıklık geleneğindeki birçok türkülü anlatıyı dinleyip ezberledim. 1970 yılından itibaren Murat Çobanoğlu’nun (1940–2005) Kars’ta ki âşıklar kahvesine düzenli olarak gidip gelmeye başladım. Yöremizin en iyi atışmasını yapan Âşık İlhami’den(1932–1987) atışmayı öğrendim. Ustamda olan Âşık İlhami ile bir atışma esnasında kendisine bir muamma sordum. O muammadan sonra ustam İlhami bana dönerek”Artık sen kalfa değil usta âşıksın”dedi ayrıca senin mahlasın”Azatlı” olsun. 2012 yılına kadar “Azatlı”mahlası ile çalıp söyledim daha sonra “Erzade” ismimi mahlas olarak kullanmaya başladım. Kültür Bakanlığının (Yb1988. 0172 Erzade Kapan -Azatlı)kayıtlı aşığıyım.
1984 yılından itibaren düzenli olarak Konya Âşıklar bayramına katıldım. Türkiye’de düzenlenen tüm Âşıklar bayramına ve yöremizin köy derneklerinin düzenledikleri etkinliklere katıldım ve yarışmalarda birçok dalda ödüller aldım.
Öyle zannederim ki yurt dışına (Almanya, Azerbaycan, Hollanda, Belçika, İsviçre ve Danimarka) en çok giden âşıklardan birisiyim.2010 tarihinde “Saraç İbrahim”in hikâyesini UNESCO tarafından görevlendirilen hocalara anlattım.”
Âşık Erzade’nin şiirleri birçok dergide ve kitaplar da yayınlanmıştır. Yayınlanmış CD ve kasetleri olan Erzade Kapan ile ilgili Akademik düzeyde Çanakkale, İstanbul, Samsun, Konya Kars’ta ki üniversitelerin Fen-Edebiyat fakültelerinde okuyan öğrenciler tarafından şiirleri Tez ve Yüksek lisans yapılmıştır. Çok sayıda TV. Programlarına katıldı. Iğdır’da yayın yapan Iğdır TV’de kısa bir süre “Âşıklar” programını yaptı. Gazetelerde çok sayıda haberleri yayınlandı. Erzade Kapan, Köy Hizmetleri il müdürlüğü’nden 1989 yılında emekli olup İstanbul’da sazıyla, sözüyle âşıklık geleneği sürdürmektedir. Âşık evli ve dört çocuk babasıdır.
İyi bir hikâye anlatma yeteneğine sahip olan Âşık Erzade’nin bildiği usta malı hikâyeler ve atışmalar.
Saraç İbrahim
Pervane
Dilgan Yahya Bey
Necip Telli
Hüseyin Bey ve Senem
Latif Şah
Selman Bey
Âşık Şenlik ve Âşık Sümmani
Âşık Şenlik ve Âşık Zülali
Âşık Şenlik ve Âşık Nuru
Âşık Şenlik ve Âşık Abbas
Âşık Şenlik ve Âşık İzani
Âşık Azrail Meselesi
Âşık Erzade’nin yörede diğer bir mahlası da Âşık Azrail’dir. Âşık Azrail meselesini aşığın kendisinden dinleyelim.
“Kars’ta köy hizmetlerinde şoför olarak çalışıyordum. Beni Erzurum’a görevli olarak gönderdiler. Erzurum’a gittim. İlk iş olarak çok iyi bir dostum olan ve kendisinden çok şeyler öğrendiğim muhterem insan Merhum Âşık Reyhanî’nin(1932–2006) evini sabit telefonla aradım. Telefona Reyhanî’nin hanımı çıktı kendisine telefonda “ben Âşık Erzade yenge, Reyhanî Usta evdemidir.” dedim. Rabiye yenge benim ismimi yanlış anlamış olacak ki telefonda “Azrail” gardaş Reyhanî evde yoktur. O Âşıklar kahvesindedir. Oraya git orada bulursun.”Bende kahveye gittim olanları aynen Reyhanî Ustama anlattım. Rahmetliyle kahveden kalktık eve geldik evin kapısını açan Rabiye yenge Reyhanî’yi karşısında görünce şaşkın bir ifadeyle”Reyhani çok şükür sen ölmemişsen, seni bugün Azrail aradı”Rahmetli Reyhanî gülerek senin Azrail dediğin Âşık Erzade’dir. Dedi.
O tarihte TV programı yapan Hilmi Şahballı’ya Âşık Reyhanî, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Şeref Taşlıova ve ben katıldık. Orada bu hikâyeyi Reyhanî Ustam tekrar anlatır ve o programdan sonra adım Âşık Azrail kaldı.
Ayrıca, şu anda çaldığım sazı bana 1972 yılında Âşık Reyhanî hediye etti. Mekânı cennet olsun.”
“Âşık Reyhanî (1932–2006) unutulmayan eserler bırakarak göçtü. Şiirleri ve yetiştirdiği çırakları, onu yaşatmaya devam edeceklerdir.
Âşık Erzade Kapan’da bir Reyhanî sevdalısı ve çırağı; Reyhanî’nin sağlığında taşlayan o ozanların, ölümünden sonra da kâr peşinde olduklarını söylüyor.”
Erzade Kapan, sitemli bir şiirinde şöyle der.
Eserleri olan âşık ölür mü?
Yalancı dünyada var arıyorlar
Reyhanî gibi âşık daha gelir mi?
Şimdi onun gibi pir arıyorlar
Geçer mi dünyada aşığın çağı
Daha fidan tutmaz bahçesi bağı
Reyhanî dediğin bir Ağrı dağı
Başına yağacak kar arıyorlar
Erzade bu sözü anlayan anlar
Eyvah yalan oldu geçen amanlar
Reyhanî’ye taş atan o ozanlar
Ölmüş isminden de kâr arıyorlar[1].
“1987 yılında İstanbul Ümraniye’de ilk “Âşıklar Kahvesi”ni açan Erzade Kapan’ın bu ocağından kimler gelip/geçmemiş ki? Rahmetli Çobanoğlu ile Reyhanî’nin bu kahvede saatlerce atışma yaptıklarını, âşık olup da bu kahveye uğramayanların bulunmadığını belirten Kapan halen Ümraniye/Çekme köy de ocağını devam ettirmekte olduğu”yeni çıraklar yetiştirmektedir.
“Dağlarından yağ, çiçeklerinden bal akan Anadolu anadır Nasırlı ellerinde kına, feracesinde oya, örtüsünde çiçek, dudaklarında ninni, yüreğinde şefkat ve merhamet olan yine anadır. İstiklal savaşında cepheye cephane taşırken; devletin malı mermilerin nem kapmaması için, torunu üzerindeki yorganı alıp, mermilere örten, kağnı arabasını taşıyan öküzlerin biri öldüğü zaman, boyunduruğu sırtlayanda anadır. Ana ve analarımız şehitlerin ve gazilerin anasıdır.”
Anayı anlatmak, yazmak kolay değildir.
Erzade Kapan ANA başlıklı şiirinde şöyle seslenir.
Gündüzün güneşi, gecenin Ay’ı
Evladın takat varı anadır.
Gündüz durmak bilmez, gece de uyku
Nenni çalan zarı zarı anadır (ninni)
Emdirir sütünü ekmek yedirir
Türlü türlü libasları geydirir (giydirir)
Bir başın ağırsa kendin öldürür,
Bir evladın yadigârı anadır.
Akar gözlerinden yaşı bellidir,
Elli altmış, diyer yaşı bellidir,
Başlar sızıları yaşı bellidir,
Yavrudan bekleyen barı anadır.
Bu Âşık Erzade söyler bağırır,
Elkızı gelende yuva dağılır,
Torunları nine diye çağırır,
Yeni adı”kocakarı” anadır[2].
Nahcivan seyahatim
“ Iğdır’ın il olduğu yıllarda Iğdır yöresel TV’de “Köyden Köye” programını yapmaya gittim. Bir ay kadar program yaptım. Programımızı beğenen o zamanın vali muavini biz âşıkları öğle yemeğine davet etti. Programımızı çok beğeniyle izlediğini söyledi. Bana hitaben”Seni bir âşık arkadaşınla Nahcivana göndereyim” dedi. Nahcivan TV müdürü olan Osman Bey’le konuştu ve ertesi gün Nahcivan’a gittik İki âşık (Âşık Ilgar Çiftçioğlu) akşam Nahcivan TV’de program yaptık. Otele gittik. Sabahleyin otel müdürü beni aradı”Âşık seni görmeye Lobide Ordubat kazasından gelen aksakallar var.” Dedi Gittim. Aksakal köy muhtarı ve heyete diyorlarmış. Bizi de davet ettiler. Büyük bir köye gittik. İki âşıktık tahminime göre beş yüz kişiye yakın halk bizleri karşıladı. Akşam olunca arkadaşım Âşık Ilgar Çiftçioğlu çaldı, söyledi. Sıra bana gelmişti. Ben sazımı aldım. O halk bizi dikkatle dinlemeye koyulmuşlardı. Ben Osmanlı Divanı makamında bir divan söyledim. Türküyü bitirmiştim. Herkes o sırada kapı istikametine bakıyordu ve “Kamandar hanım geldi” dediler. Herkes ayağa kalktı. Geçtikten sonra oturdular. Kamandar Hanım yanıma geldi”Türkiye’den geldiniz değil mi?” dedi.”Evet” dedim”Hoş geldiniz.” Dedi ve elinde ipek halı dokutmuş tahminen eni boyu yirmi beş (25.cm) santim olurdu. Türkiye’nin haritası ve haritanın orta yerinde Türk Bayrağı “Bunu tanıdınmı? Dedi bana “Evet, o benim vatanımdır.” Dedim. Daha Sonra Kamandar Hanım oraya toplanan yaklaşık 700 kişinin içinde bu şiir gür bir sesle elindeki halıyı halka göstererek bu şiiri okudu.
“Dağda karı kıskandırır,
Belesine, belesine
Kim özünü kurban etmez
Belesine, belesine
Ataşına meni iste
Sanki kalıf taş kafeste,
Başım koyum ay Türkiye taşın üste,
Belesine, belesine,
Beyman naşı, bağman hesle,
Dert koyufsan derdin üste,
Hasretem aynı hevesle
Belesine, belesine.”
Bu şiiri söyledi ama anladık ki şiir Kamandar hanımın değil. Kendince yakıştırarak söyledi ve beni bu sözler çok etkiledi. Başka bir ülkede vatanını öven insana saygı duydum. Gözlerimin yaşına zor hâkim oldum. Kamandar hanım yerine oturdu. Ben çalıp söyledim ama içimde bir korku vardı. Bu bayan gelince neden kalktılar? Hem söylüyor hemde kafamda bu durumu düşünüyordum ki; Kamandar Hanım bana “Âşık eğleş (dur)” dedi.”Buyurun”dedim.”Âşık Eleskeri” duydun mu?” dedi Tabii ki duymadım desem:”Sen nasıl âşıksın?” diyecek. Anladım gayesini; kendisine türkü söyletecek.”bana bak ve bana göre bir şeyler söyle.”dedi.”kimseyi tanımıyorum, kimin neyidir bilmiyorum! “dedim. Şaşırdı. O sıra bizleri oraya davet eden Muhtar Mehmet Ali ismindeki şahız yanıma geldi , “Âşık, amcanın kızıdır. Söyle köyde birçok genç bunu istedi ben de dâhil. Ama kimseye gitmedi. Sevdiği çocuğu döverek aldı.” Dedi. Ben yine söylememek niyetindeyim, bayan olduğu için. O sırada yaşlı amca ayağa kalktı.”Âşık bu benim kızım.”Sağ tarafta altı kişi vardı.”Bunlar onun kardeşleri.”ve birini gösterdi.”Bu da eridi (kocası).”dedi. Aşığı sözüne goryan (yasak) yoktu.”Söyle.”dedi. Ben bayanın gelişi sırasında muhtara sordum”Niye ayağa kalktınız?”dedim.”Çoğumuz korkudan kalktık.” Ve kadının fakirler anası olduğunu söyledi. Kızdığı zaman gözü pektir adamı dövermiş dedi. Ben düşündüm:”ne söyleyeyim ki buradan sağ kurtulayım?” dedim.”En iyisi gözlerine söyleyeyim.” dedim. Şöyle başladım.
“Yolcuyu yolundan eyler,
Senin gözlerin, gözlerin,
Senden ayrı bir şey söyler,
Senin gözlerin, gözlerin.
Ama gözüm Kamandar Hanım’ın kocasında kaldı. Tam yanından geçerken ayağa kalktı. Zannettim vuracak. Meğer adetmiş: hanımına tarif söylediğim için kayınbiraderleriyle birlikte dolar, Şirvan (onların parası) filketeye dizmişler. Atkı şeklinde benim boynumdan astılar. Herkes üzerimi dolar ve Şirvanla doldurdu. Ama benim gözüm dolarda filan değil. Buradan bu tariften nasıl kurtulurum? Ve satıra başladım;
“Yaranıf, gelif cihana,
Bakışların değer cana,
İlaçtır seven insana
Senin gözlerin, gözlerin.
Dedim. Amcası oğlu, muhtar “Âşık bir şey söyle taş at.”dediler.
“Erzade’yim, çektim çile,
Bülbülem aşığam güle,
Kabul etse olam köle,
Senin gözlerin gözlerin.
Dedim. Türkümün bittiğini anlayan Kamandar Hanım,”Âşık bilirem muhtar sana dedirtti. Olsun. Biraz yaşın geçkindi, genç olsaydın olardı.” Dedi ben”Bacım muhtar söyletti.” dedim ve Nahcivan da bir hafta kaldıktan sonra Türkiye’ye döndüm[3].”
HABERİN YOK
Rüzgârlardan sordum seni
Senin benden haberin yok
Dün rüyada da gördüm seni
Senin benden haberin yok
Gurumuş bir dal gibiyim
Aşılmayan yol gibiyim
Lal olmuş bir dil gibiyim
Senin benden haberin yok
Âşıkların sedasıyım
Ben gönlümün gedasıyım
Yedi torun dedesiyim
Senin benden haberin yok
Erzade’yim çektim zarı
Yok, gönlümün bir baharı
Dört çocuk var birde kuzuları
Senin benden haberin yok.
Âşık Erzade bu sözleri söyledikten sonra yanında bulun hanımı şiirde neden benden söz etmedin ihtiraz edince. Âşık Erzade son dörtlüğü değiştirmek zorunda kalır
Erzade’yim telaşım var
Batmayan bir güneşim var
Dört bir kuzum bir de eşim var
Senin benden haberin yok.
HASTAYIM
Eğer beni sorar isen efendim
Vatana hastayım, Al’a hastayım
Bir saz ile geldim Avrupa’ya
İnsana hastayım, dile hastayım
Alman elinde olmuşam yaman
Kesildi takadım kaldı derman
Ömrüm koyun oldu ben ise çoban
Bir gün güdemedim çöle hastayım
Yaman hastalandım Alman elinden
Bir anlayan olmadı ki halımdan
Eyüp nasılsa derdin elinden
Anlar isen bende ele hastayım
Âşık Erzade’yim beşe bağlıyım
Dolu bulamadım başa hastayım
Ömrümün yaşı yok kışa hastayım
Kendim bildim bileli hastayım.
(Âşık Erzade bu şiir Almanya’da bir kahvede otururken yanına gelen bir gurbetçimize söylemiştir.)
Âşık Erzade-Âşık Yılmazoğlu
Âşık Erzade
Dinle sözlerimi ey Yılmazoğlu
Doluya dokunma, boşa dokunma
Yediğin lokmaya sen aç ağzını,
Damağa dokunma, dişe dokunma.
Âşık Yılmazoğlu
Gözünü dikmişsin burdaki kaza
Ördeğe dokunma kuşa dokunma,
Ben avcıyı salımıştım dağlara,
Ceylana dokunma, leş’e dokunma
Âşık Erzade
Her zaman dostuma yarar olurum,
Bazı dolanırım viran olurum,
Atışmada sana boran olurum,
Bahara dokunma, kış’a dokunma.
Âşık Yılmazoğlu
Yine gaynayıftı bele daşıftı,
Sözlerine Yılmazoğlu şaşıftı,
İki türküde hemen sesi düşüftü,
Pirize dokunma, fişe dokunma.
Âşık Erzade
Erzade sözünnen dönermi vallah,
İnanmışdım ona elhemdüllillah,
Senin gibi aşığa etmem vallah,
Benim gibi bir berduşa dokunma.
Âşık Yılmazoğlu
Yılmazoğlu baksan bele yanımdır,
Bu şirin damarda dolan kanımdır,
Porsukluda benim burda canımdır,
Hayale dokunma, düşe dokunma[4].
Şiirlerinden Örnekler
ARKADAŞIM
Bu dünyaya benim deme,
Sonu boştur arkadaşım!
Bugün varsın yarın yoksun
Boş yarıştır arkadaşım!
Gel kendini etme heder,
Nedir bu gam ile keder,
Bir gün gelen bir gün gider,
Ne telaştır arkadaşım!
Der Erzade ara ile
Gelen gider kara ile
Bu değirmen sıra ile
Döner taştır arkadaşım!
GÜLENE KADAR
Mevla’yı seversen yüzün döndürme,
Bu kara talihin gülene kadar
Bakışın merhemdir, ağır yarama
Eflatun’la Lokmangelene kadar
Senden ayrı yoktur benim muradım
Yazık talihimi boşa sınadım
Canım senin için kurban adadım
Bu dileğim kabul olana kadar
Allah’ı seversen uzakta kalma
Aksın gözyaşların el atıp silme,
Beni görüp zalim ellere gülme,
Yeter ki Erzade ölene kadar.
NE SEN BENDEN
NE BEN SENDEN İLERİ
Gâh ileri gâhî geri döneriz
Ne sen benden ne ben senden ileri
Bir kervan çekilir birisi gelir
Ne sen benden ne ben senden ileri
Asla kimse gelmez sana havara
Çoban yoksa kimse bakmaz davara
Bu toprak gözetmez zengin fukara
Ne sen benden ne ben senden ileri
Erzade de o kervanda görünür
Kimi yaya gider, kimi sürünür
Herkes giyer ak gömleğe bürünür
Ne sen benden ne ben senden ileri[5].
OĞUL
Canım evlatlarıma, nasihatimdir.
Sözlerimden, örnek alasız oğul.
Baba hakkı, hepinize helal eyledim.
Bunuda böyle bilesiz oğul.
Duymadığın söze inanma, kimseye çatma.
Şükür sermayedir, dilinden atma.
Namaz kılan, Allah`a yakın unutma.
İnşallah cennete girersiniz, oğul.
İçkiden uzak olun, kumardan sakın.
Dürüst olan olur Allah`a yakın.
Ailelinizle bir olun, ileri bakın.
Asla hiç olmayın kararsız oğul.
Yalan insana düşman, başka arama.
Merhaba dediğini araştır, hemde sor amma.
Söz insanın özüdür, sözünde dur amma.
Benlik zincirini kırasınız, oğul.
Üçkardeşsiniz, bir tek bacınız.
Bacınızı edin haa, başta taşınız.
Allah`ım bana göstermesin, acınız.
Cennette mekân kurarsınız oğul.
Yavrum bu yol, bilin inceden ince.
Gençliğin sonu yok, olursunuz koca.
Hiç kimseyi ana babadan tutmayın yüce,
Sizde bizim gibi olasız oğul.
Okuduğuz okullarda olduğuz yüce.
Ananız evde, ben dışarda karınca.
Ananızla gündüzü unuttuk, gelirsiniz gece.
Bu sözümden, hisse kaparsınız oğul.
Âşık Erzade`den bu hediyeyidir.
Bu can sizin için ayrı fedadır.
Torunlarım, candır, kandır tatlı sedadır.
Allah`ımdan yardım göresiniz oğul.
VATANIM
Gezip vatanımı yer yer dolaştım.
Cennete benzeyen vatanım gördüm.
Sazıma ses verdim Tokat Zile`de.
Aşığa değer veren insanı gördüm.
Zaten orda Sümmani kardeşim vardı.
Ahmet Mehmet Altınarlar hünerdi.
Kahveci Sefer Üzer dostta mekândı.
Muştaba Muhtar Rauf Ural han’ı gördüm.
Süleyman Hamdi`yle Gültekin`in öz amcası,
Sümmani Güher Âşıkların Hocası.
Papaklılar Zile`nin gönül babası.
Zile layık erkân-ı gördüm.
Çamlıbel de Âşık Umman dediler,
Eder kendin dostta kurban dediler
Yıldız elinde Yıldız köyü şan dediler.
Kahveci Murat gibi mihmarı gördüm.
Uzunyayla köyü Hafik kazası,
Muhtar Kani Şeker dostların hası.
Hürmet etti Emi dayı köylüsü.
Hazreti Sivaşi Mekânı gördüm.
Acı yurda selamım var köyüne,
Yazıklar olsun, muhtarına öğüne,
Canım kurban Kurtoğlunun soyuna.
Orda İlyas gibi Kaplanı gördüm.
Selam yahu Karalar köyündeki insana,
Hepsi saygı değer, gelmiş yan yana.
Muhtar Hasan Eski benzer divana,
Her muhabette değer zamanı gördüm.
Hasankale İbrahim Hakkı`nın yeni mekânı
İki muhtar gördüm, Kalenin şanı.
Biri Yaşar, Biri Fazlı canların canı.
Hasankale halkında Sümmani gördüm.
Sordun`da gördüm şair ile ozanı,
Canlarımdır, Derdiyar İsmail Hazanı,
Murat beyin Sorgun tüm âşıklar başkanı.
Erzade`yim sevgi saygı divanı gördüm.
HABERSİZ
Bakışların Aklımı aldı
Gaşların senden habersiz
Dalga dalga selamladı
Saçların senden habersiz
Ahu gözler mahmurlanmış
Yanaklar bala bulanmış
İnci gibi sıralanmış
Dişlerin senden habersiz
Ahu Ceylan dağlar aşar
Sevda menziline koşar
Damla damla yere düşer
Yaşların senden habersiz
Erzade’yim ahım sana
Gülüşün değer cihana
Bir gece girsem rüyana
Düşlerin senden habersiz.
[1] Yardımcı, İlhan (Haz.2007).”Yaşayan Âşıklarımız-Güldeste”sf.395–397
[2] a.g.e.s,395-397
[3] Özkaya, İ-Âlin, K,(Mayıs 2010) “Yaşayan İnsan Hazineleri” 5.Uluslararası Kars âşıklar Bayramı antolojisi.sf.96–97
[4] : http://www.youtube.com/watch?v=8KWAHtOdAsI,04.06.2014
Âşık Erzade & Yener Yılmazoğlu (Atışma) Haz: Nurettin Yolcu
Kaynakça:
Karadeniz. B-Bahçıvan, O,(Tem.2010) Doğulu Halk Şairleri 2 “ÂŞIK Erzade”,sf,463
Şahin, Salih, (Ankara–2013) Ozanlık gelenekleri ve doğulu saz şairleri-Erzade
Yardımcı, İlhan (Haz.2007).”Yaşayan Âşıklarımız-Güldeste”Erzade Kapan
Kaynak Kişi:
ÂŞIK Erzade Kapan-Balıkesir
[5] Halıcı, Feyzi, (1992)Âşıklık Geleneği ve Günümüz Halk Şairleri-Güldeste”sf,263–266