FERDİ GÜNGÖR


YA İSTEMEYENE BAŞKANLIK VERİLSEYDİ

Ya Başkanlık İstemeyene Başkanlık Verilseydi?


    Ya Başkanlık İstemeyene Başkanlık Verilseydi? Bugün 1 Kasım 2016 Salı... 15 Temmuz 2016 tarihinin izlerini hâlâ üzerimizde taşıyoruz.

    Siyasi anlamda çok büyük üretimlerin olmadığı ancak yoğun bir şekilde karşılıklı meydan okunarak, bir ´tüketimin´ hızlı bir şekilde gerçekleştiği dönemden geçiyoruz. Burada ´geçiyoruz´ diyorum ama ´geçmemiz bitiyor´ diyemiyorum. Ben aslında bugün tam 94 yıl geriye gitmek istiyorum: 1 Kasım 1922 tarihine... Biliyorum ki, ülkemdeki pek çok kişi için 1 Kasım 1922 tarihi bir anlam ifade etmiyordur. Çünkü Cumhuriyet´in Kuruluşu, TBMM´nin açılışı, Çocuk Bayramı, Gençlik Bayramı ve hatta Mustafa Kemal Atatürk´ün doğum ve ölüm tarihleri ezbere bilinirken, hepimiz için çok önemli olan bir tarih olması gereken 1 Kasım hep atlanıyor.

   Konuyu tarihten sıyırarak "Saltanatın Kaldırılması" şeklinde isimlendirirsem de korkarım durumda bir değişiklik olmadığını gözlemliyorum. Çünkü "Saltanatın Kaldırılması" ülkemdeki çoğu kişiye bir anlam ifade etmiyor. İnsanlarımız, Cumhuriyetin Kuruluşu´nu 29 Ekim´de büyük bir coşkuyla kutlarken, kaldırılmış saltanatın da aslında yalnızca ´kâğıt üzerinde kaldığını´ 1 Kasım geldiğinde sanki yeniden hatırlıyor. "Aile, toplumun en küçük birimi" ise belki de olaya önce aileden başlamak gerekiyor. Yasalar yenilense bile halen ´Evin Reisinin´ erkek olduğu toplumca yoğunluğuyla kabul görüyor. Evin Reisi olan erkek (baba), tüm denetimlerden bağımsız olarak, gemiyi dilediği gibi kumanda ediyor ve dilediği limana alıp götürüyor: Ekonomiyi yönlendiriyor, çocukları yönlendiriyor; hem eşinin hem de çocuklarının kaderlerini KENDİSİ tayin ediyor. Sorgulanmaktan nefret ediyor ve en küçük bir muhalefette bile ´gücünü´ kullanıyor. İstediği her şeyin zamanında ve yerli yerinde olmasını talep ediyor. Talebine karşılık bulamadığında ise bu kez şiddete başvuruyor. Kısacası Evin Reisi olan baba evde SALTANATINI sürdürüyor... Yüzyıllardır... Bir başka saltanat süren kişi de evin erkek çocuğu oluyor. Bu bazen evin annesine de geçiyor ancak genel olarak erkek çocukları, yaptıkları dolayısıyla pek az yargılanıyor.

      Dilediği kızla geziyor, dilediği saatte eve geliyor ve dilediği yanlışı yapabiliyor. Anne ya da baba evin erkek çocuğunu bir kızla gördüğünde utanç duymuyor; gururlanıyor... "Benim aslan oğlum" diyor... "Benim çapkın oğlum" diyor... "Benim yakışıklı oğlum" diyor. Oysa aynı şeyi kızı yaptığında hem anne hem de babadan şiddetli bir tepki görüyor. Anne ve baba hemen ayaklanıyor: "Orospu mu olacan kız sen!" deniliyor. Aşağılanıyor... Ceza alıyor... Sindiriliyor... Şiddet görüyor... O halde evde Baba´nın ardından Erkek Çocuk da bir saltanat sürüyor... Ailenin bir üstünün ´akraba´ olduğu düşünülürse, burada da bir saltanatın hüküm sürdüğü gözlemleniyor. İnsanlar, herhangi bir suç oluşması durumunda haklı ya da haksız olduğuna bakmaksızın, akrabasını korumaya ve kollamaya başlıyor. Bu durumda ise akrabalar arasında, eşine zor rastlanır bir dayanışma ortaya çıkıyor. İçlerinde 7´den 77´ye tüm akrana unsurları ise etrafında terör estiriyor. Akrabanın ´okul okuyan´ çocukları, diledikleri her şeyi yapabiliyor: Gasp, taciz, tehdit, hırsızlık ve hatta tecavüz...

    Akrabanın bu dayanışmasının farkında olan tüm aileler ise hem kendilerini hem de çocuklarını bu beladan uzak tutmaya çabalıyor. Akraba içindeki tüm unsurlar yaşadıkları alanda Saltanat sürüyor... Akrabalık ilişkilerinin bir üst noktası mahalle iken, saltanatın bir mahalle için sürmesi biraz zor görünüyor. Ancak bu mahalle olayını ´memleket´ olarak evirdiğimizde, karşımıza değişik bir saltanat daha çıkıyor. "Filancalılar..." ya da "Falancalılar" her nerede olursa olsunlar, mutlaka bir araya geliyor ya da uzaktan da olsa birbirlerine destek veriyor. Bu "filancalılar" denilen ve aynı memleketten olan insanlar da özellikle bulundukları yerde bir saltanat sürdürüyor. Onların evi oluyor, onlar bedava elektrik-su kullanıyor... Onlar zengin oluyor... Onlar güçlü duruyor... Memleketçiliğin bir üst noktasında ise bu kez ´ruhani birliktelikler´ ortaya çıkıyor. Falanca din mensupları bir araya geliyor ve asla kimseyi arasına almıyor. Yine filanca cemaatten, falanca mezhepten olanlar da nereli olduklarına bakılmaksızın, bir arada duruyor ve hem ekonomik hem de sosyal birlikteliklerini BİR SALTANAT YAŞARCASINA devam ettiriyor.

    Okulda Müdür, Devlette Genel Müdür, askerde Komutan, ülkede Milletvekili ya da Bakan çok uzun yıllardır; ama çoook çok uzun yıllardır bir saltanat sürdürüyor... Yıllar geçiyor, saltanat sürenler ölüyor ve onların yerine çocukları, bu saltanatı sürdürmeye devam ediyor... Yıllardır... Şimdi bu saltanatı sürdürenlerden kim ve ne hakla Cumhuriyet rejimini içine sindirmesini bekliyor? 1 Kasım 1922 tarihli Saltanatın Kaldırılması´nın bu kişiler için ne anlama gelmesi bekleniyor? Başkanlık Sistemi´ni ´istemezük´ diye reddedenler, aynı şey kendilerine sunulduğunda ne yapması bekleniyor? Herkes Mustafa Kemal Atatürk mü sanılıyor?

Ferdi Güngör / İstanbul