
SOYUMUN TİMSALİ: ALİ HOCA
Atamız olarak bildiğimiz bu din aliminin kişiliğini büyüklerimin anlatımından tanıdım. Elimizde bulunan tek bir fotoğrafı ise fiziki görünüşü hakkında bilgi sahibi olmamıza neden oldu. Kendisiyle hayatta tanışma şansım olmadı. Ben doğmadan 7 yıl önce yani 1945 yılında bu hayata veda etmiş. Çocukluğumun ve kısa dönemlerle de olsa gençliğimin geçtiği evimden sabahın ilk ışıklarıyla kalkıp kendimi dışarıya attığımda bana ilk “merhaba” diyen türbede onun kara taş üzerine yeşil boya ile yazılan mezar taşındaki adı olurdu. Neden hemen evimizin girişine aile bireyleriyle birlikte bir türbe yapılıp da bu köklerine bağlı olduğumuz kişilerin cansız bedenleri toprağa verilmiş o çocukluk dönemlerinde pek anlayamamıştım. Sonraları fark ettim ki, o dönemlerde yaşayan büyüklerimiz kendinden önceki adı ve sanıyla ün salmış büyüklerine olan saygılarını korumak, onun manevi kişiliğini kendinden sonraki nesle hatırlatmak ve aktarmak, böylece aile birliğini daha doğru adımlarla devam ettirmek gayesinde olmuşlar.
Ben, insanları yaşadıkları dönemin sosyal ve ruhsal yapısına göre değerlendiririm. İyi ise nasıl iyi olmuş. Kötü ise neden kötü olmuş sorularına bu bakış açısıyla cevap bulmaya çalışırım. Büyük Dedemiz Ali Hoca’yı da bu anlayış içinde değerlendirdiğimde hiç de müphem olmayan veriler elde ettim. O bir din alimi dedim. “Alim” sözü biraz iddialı bir söz ama dedemin yaptıkları ve yaşadığı dönemle sonrasında çevresinde bulunan kişilerin ona karşı değerlendirmeleri bu sıfatı kullanmama neden oldu. İnsanların maddi dünyalarının yanında bir de manevi dünyaları olduğu gerçeğini sizler de kabul ediyorsunuzdur. Düşünsenize 19. Yüzyılın sonları ile 20. Yüzyılın başları. O insanların yaşadıkları çevrede doktor yok. Hemşire-ebe, sağlık memuru bile yok. Öğretmenin yok. Bilgi alacağın bir kaynağın yok. Bu insanlar bir sağlık problemi yaşadıklarında ne yapacak, rahatsızlığını giderecek hangi merci ya da kişiye baş vuracaklar? İşte o zaman manevi bir anlayış devreye giriyor ki, bu adres de Ali Hoca’nın eğitici, rahatlatıcı, ruhları tedavi edici anlayışı. Bu yaklaşım da onlara kol kanat geriyor. Kimini sözle. Kimini inanç anlayışı ile, kimini de elinde var olan eğitici kitapların manevi dünyasındaki cümleleri tavsiyesiyle sıkıntısı olan bu kişileri biraz olsun rahatlatma, onları yaşadıkları dünya ile daha barışık hale getirme yolunu tercih ediyor. Psikolojik rahatsızlığı olan kişilerin uzun süre onun gözetiminde olması da ayrı bir açıklama gerektiriyor. Çevre halkı tarafından hakkında söylenen olağanüstü özelliklerin varlığı hakkında müsbet bir bilgiye sahip olmadığım için bu efsaneler için de bir yorum yapamayacağım.
Çok iyi hatırlıyorum. Kış aylarında Mustafa ve Yusuf Dedemin evine gelen misafirler uzun bir süre konaklarlardı. Sebebini çok merak ederdim. Babaanneme sorduğumda bana aynen şunu söylemişti: “Burası Ali Hoca’nın mekanı. Onun yaşadığı yerde misafire neden geldiği ve kaç gün kalacağı sorulmaz.” Onun yanına tedavi için gelip de haftalarca manevi destek alan kişilerin varlığını bildiğimiz için bizler de bu anlamlı ve güzel alışkanlığımızı yıllar boyu devam ettirdik. Bu anlayış o dönem Anadolu insanının büyük çoğunluğunda var idi. Kışın o olumsuz şartlarında gelen misafire ve birlikte getirdiği atına haftalarca bakmak, onu Türk misafirperverliği anlayışı içinde rahat ettirmek fedakarlık isteyen bir durumdu. Ev halkının istisnasız tamamı bu anlayış içinde hareket ederdi. Bu güzel hasleti de bize Ali Hoca’nın kazandırdığını söylemek abartı olmasa gerek.
Ali Hoca’nın psikolojik hastalarına tedavi için kullandığı başvuru kitapları ne yazık ki elimizde değil. Babamın kitaplığında sadece tek bir kitap bulabildim o da Ahmedi’nin 14. Yüzyılda kaleme aldığı (1390) “İskendername” adlı mesnevi tarzındaki kitabı. Adı geçen kitabın mahiyetini biliyorsunuzdur. Ahmedî’nin en tanınmış eseri olan İskendernâme, Türk edebiyatında yazılmış ilk manzum İskender hikâyesidir. Eserde Kur’an’da ismi geçen Zülkarneyn unvanlı İskender’in hikâyesi anlatılır ancak onun gibi cihan hakimi olan Büyük İskender’in kimlik ve kişiliği ile Zülkarneyninki iç içe geçmiştir. Ahmedî’nin eserindeki beyitlerin yarısı daha önceki örneklerde bulunmayan geometri, astronomi, tıp, felsefe, siyaset, etik, teoloji gibi değişik konularda okuyucunun bilgilendirilmesini ön planda tutmuştur. Bu bakımdan bilim tarihi ve felsefe tarihi açısından önemli bir eserdir.
Dedemin bu kitaptaki bilgileri kullandığı, hastalarının manevi dünyasını tedavi için kitaptaki örneklerden faydalandığı ayan beyan anlaşılıyor. Kendi el yazısıyla aldığı notlar. Kitabın sayfalarındaki altı çizili cümleler bu faydalanmanın en bariz örnekleri olsa gerek.
Bir siyasetnâme özelliği gösteren “İskender-nâme” ve Nasihat bölümlerine çok yer veren dini tasavvufi bir özellik gösteren “Garip-nâme” mesnevilerinde ilim ve ahlaka verilen önem çok daha belirgin bir şekilde ortaya konmuştur.
Yaşadığı dönemde çevresinin bir dini tasavvuf alimi olarak tanıdığı Ali Hoca’nın manevi huzurunda saygı ile eğiliyorum. Soyunun devamı olmaktan gurur duyduğum bu büyük insanı gelecek nesillere hatırlatmak, onlara soylu bir geçmişin fertleri olduğu gerçeğini kavratmak için elimden geleni yapacağım.
Bir ocaktan çıkıp da dünyanın uzak iklimlerinde Şafak atan Ali Hoca’nın babası Süleyman Dedemin torunları ile onun kardeşi olup Doğruyol’da (Cala) otağ kurup masmavi göklerden masmavi gölüme Şimşek çakan Bekir ağamın torunlarına selam olsun…!
