Olcay Kasımoğlu


SOĞUK, UZAK,YARIM HİKAYELER

Bazı kelimeler...


´´Bazı kelimeler soğuk, bazı insanlar uzak, bazı hikayeler yarımdır..´´

Mevsim ilkbahar, toprak kımıl kımıl, tomurcuklar açtı açacak, her şey çığlık çığlığa ve her şey bir o kadar direngen..!

Ya insan, insan kendiyle boğuşuyor, çelişiyor unutuyor insan olduğunu. 
Amca oğlu dediğimiz çok yakın bir akrabamın ölüm haberiyle sarsıldım, derinden üzüldüm.
Üzüntüm sadece ölüme değil, ölüme gitmek için seçtiği yola. Bir insan, daha kırklı yaşlarda, neden ilmeği geçirir boynuna, sessizce veda eder yaşama ?
Her şey yaşamak üzerine kurgulanmışken, tüm şarkılar, türküler buram buram yaşam ve sevda kokarken, insan neden bu yolu seçer?
Kim bilebilir, içinde yaşadığı fırtınaları, ne düşündüğünü, ne hissettiğini, yoksa bu kadar şaşkınlık ve inanamıyorum telaşı sarmazdı sevdiklerinin dört bir yanını !

Yaşarken mi öldürüyoruz sevdiklerimizi, yada gülde dikeni unutan biz miyiz ? Dokundukça ´´Ah´´ diyen sese kulaklarımız sağır, yüreğimiz kör, kapılarımız kilitli, ruhlarımız sakat.
Bir dünya telaşına kapılmışız, bir ben bilirim, bir ben haklıyım nidalarıyla kendi içimize yuvalanır dururuz. Telaş dediğinde, maldan mülkten, mevkiden, diplomalardan, başkalarının gözünde değerli olma, onanma sancılarıyla etrafımıza örülmüş bir cendere. 
Hadi gidenin arkasından dökelim gözyaşlarımızı, hadi böğrümüzü dövelim, yanalım, yakalım ne çare, giden gitmiştir, elinin tersiyle yaşamı iterek, boynuna geçirdiği tek kanıt ilmeğin izini bırakarak gitmiştir.
Hangimiz baktık gözlerinin içine, hangimiz ruhunda ki fırtınaları duymak için biraz eğildik içine! Hangimiz, hiç birimiz.
Her haline bir neden, her susuşuna bir bahane, her ret edişine isyan dedik, kim-bilir ne çok yalvarmıştır bize, beni duyun, yardım edin, aslında yaşamak istiyorum diye!

Bir kez olsun, kim anlamak için dinledi,yada bir kez olsun derdin nedir diye soran oldu mu ? Yargılamadan, anlamaya niyetli olduk mu ?
Hep bir kaçış, hep bir riya ve sen zaten hep böyleydin diyen o dillerden ne çok çekti, kendi ilmeğini kendi boynuna geçirenler.

Üzüldüm, üzüntüm yaşamın bir parçası olan ölüme değil.
Babasını ipte sallanırken bulan on iki yaşında ki o çocuğun yaşadığı travmanın boyutu yüreğimi çökertti.

Yaşarken öldürdüklerimiz, ölüme giderken, son bir çelme takarak gidiyorlar.
 Sistemin, toplumun bu seçimde hiç mi payı yok ?

Ölüme dair, Seneca´nın seslenişi oldukça etkileyicidir;

?Ölümün olduğunu öğrenir öğrenmez, hayattan çekilmeye karar vermemişsek, burada bulunmamızın tek nedeni var mutlu olmaktır. O zaman, üçgenin ille de üç kenarı olacak diye bir kural koymaya biliriz?? Ama insanoğlu kural koyar, insan oğlu nefsinin kölesidir, çok azı nefsini terbiye eder. ben ben diye bağırır durur, bencildir.

Kendimize adil, kendimize namuslu, kendi egolarımız tavan oldukça , aramızdan usul usul kayanları göremeyeceğiz, sessiz çığlıkları duyamayacağız.

Ozanın dediği gibi, ?Hayat sunulmuş bir armağandır insana.? ama ne kadarımız bu armağanın değerini biliyor, ona hakkını veriyoruz? Yoksa, hoşumuza gitmeyen bir armağan gibi, onu bir kenara koyup, eskimesini, yok olmasını mı bekliyoruz?

Ya da kaybetmek midir ölüm? Varlığın esas olan huzura, serbestliğe kavuşması mıdır? Her ölüm, erkendir diyen şair yanıldı mı bir yerde? Esas olan, yaşamın ne manaya geldiğini çözemeden ayrılmanın garip yoksulluğu mu, yoksa sonsuzluk dediğimiz, aslında yaşamdaki sonsuzluk değerinde bir an mıdır?

Bizler ise, ölümlü dünyaya, bitimli hayatlar almaya çalışıyoruz ve birde bakıyoruz ki;
?Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrümüz, vakit gelip, sandıktan çıkardığımızda, tedavülden kalkmış.?

Kral Gılgamış´ın gözü karalığından, Simurg´u arayan kuşların hiç azalmayan azminden, Odyseus´un mücadele ruhundan, Don Kişot´un çılgınca cesaretinden, Yunus Emrenin ´´Sevelim sevilelim´ felsefesinin özüne inmeden, Santiago´nun masum hayallerinden nasibimizi almadan hiçbirimiz hedefimize ulaşamayız. Zafer bu uzun ve çileli yolculuğu tamamlamayı başaranlarındır.

Yaşama kırgın, kendimize küs, umutları ayağından vurup, bir ipe dolayıp boynumuzu, yada kör bir kurşunla hoşçakal diyenler, beni en çok düşündürenlerdir.

Gidişin hoş değildi amca oğlu. Ölümün yakışmadı bu mevsime, güle güle, hoşlukla kal.
Söyleyemediklerin ince bir sızı gibi yakmıştır yüreğini...

Olcay Kasımoğlu