Erkan ÇELİK


ŞAİR SARI (OSMAN HAKVERDİ)

Karakale köyü ( Aynı isimde bir köyümüzde Çıldır İlçesine bağlı)


 KARAKALE KÖYÜN KISA TARİHİ

      Karakale köyü ( Aynı isimde bir köyümüzde Çıldır İlçesine bağlı)Kars ilinin Arpaçay ilçesine bağlı bir köydür. 1928 yılında Karakale ismini alarak köy statüsü kazanmıştır. 20. Yüzyıl başında Rus yerleşim yeri idi. Günümüzde Köy nüfusunu Oğuz Türkleri Karapapak/ Terekemeler oluşturuyor.

    Köy halkının büyük bir kısmı, Gürcistan Borçalı ve bugün Ermenistan sınırları içerisinde kalan Ağbaba bölgesinden gelerek buraya yerleşmiştir. Günümüzde Karapapak/ Terekeme Türk’ü yerleşim yeridir. Oğuz Türkleri kültür ve gelenekleri yaşanmaktadır. Gelenek, görenek ve kültürlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar[i]. Köy de sözlü edebiyat yaygın, her evde bir şair veya âşık vardır.

 

 

SARI OSMAN (OSMAN HAKVERDİ)

                                                           (1864 -1957)

Sarı Osman; 1864 yılında, şimdiki Azerbaycan’ın Kazah vilayetine bağlı Gırag Salahlı (Kenar Salahlı) isimli Terekeme köyünde dünyaya gelir. O bölgede Ensarlı veya Ensaroğulları sülalesi olarak anılan bir aileye mensuptur. Annesi hakkında hiçbir bilgi olmayan Osman’ın babasının ismi Hacı’dır. Köyün ileri gelenlerinden olan Hacı’ nın büyük bir sülalesi vardır. İki yüz kişiden fazla nüfusu olan köyde hemen hemen herkes birbiriyle akrabadır. Hayvancılık ve tarımla uğraşan halk, dayanışma içinde bir hayat yaşayıp gidiyorlardır.

 

Osman’ın on üç-on dört yaşlarına kadar mutlu bir hayat sürdüğü söylenebilir. Köyünde sevilen bir çocuktur. Sevgi nedir bilen, komşularına elinden geldiğince yardım eden uzun boylu, hafif sarı saçlı, mavi gözlü bir çocuktur. Zor iklim şartları çabuk büyümesine neden olmuş, bedenin güç kuvvet kazanmasını sağlamıştır. Kendinden bir iki yaş küçük Rüstem adında bir kardeşi vardır. Osman ağırbaşlı, düşünceli, olayları ölçüp biçen, tartan, mantığıyla hareket eden bir çocukken, kardeşi Rüstem daha tezcanlı, daha hırçın, çabuk parlayan kavgacı bir çocuktur.

            Köylerindeki herkes onların hem akraba gibi olmaları hem kalplerinin temiz olduğunu bilmeleri nedeniyle, özellikle Rüstem’in yanlışlarını görmezlikten gelmektedir. Rüstem de zaten komşularına zarar verecek hiçbir şey yapmamaktadır. Ufak tefek gereksiz kavgaların haricinde… Bu kavgalarda da ya abisi Osman ya da diğer büyükler araya girip olayları tatlıya bağlamaktadır.

            Çocukların belli bir ölçü belli bir düzende devam eden hayatları, 93 harbi denilen savaşla çok hızlıca değişir. Kazah vilayeti Rusya federasyonuna bağlıdır. Osmanlı Devletiyle Rusya arasında gerginlikler yaşanmaktadır. Bu gerginliklerden de en çok Rusya topraklarında yaşayan Türk azınlıklar etkilenmektedir.

1877 yılının mayıs ayında Kazah köyüne rus askerleri teftişe gelir. Ülkeleri ile Osmanlı Devleti arasındaki savaştan dolayı Terekeme köylülere karşı daha düşmanca davranmaktadırlar. On – on beş kişilik Rus asker grubu köydeki evleri teker teker dolaşıp asayiş açısından bir sorun var mı diye kontrol ederken her zamankinden daha saygısız daha düşmanca hareketler yapmaktadır. Askerlerden biri Osman’ın komşusu olan bir kadının evini Kontrol ederken kadına saygısız bir ifadede bulunur. Bunun üzerine Rus askeri daha ileri gider, kadına saldırır. Bunu duyan Osman hemen kadının yardımına koşar kendinden oldukça büyük olan askere saldırıp kadını kurtarmaya çalışır.

Sesleri duyan Rüstem de koşup gelir, kardeşinin yüzündeki kanları görünce cebindeki küçük bıçağı çıkarıp hemen adamın üstüne atlar ve bıçağını Rus askerinin boğazına saplar. Adam oracıkta düşüp ölür. İki kardeş ve komşuları olan kadın panik içinde sokağa çıkarlar. Olayı fark eden diğer askerler, kılıçlarını çekip önlerine çıkan köylülere saldırmaya başlar. Artık iş işten geçti diye düşünen köylüler de askerlere saldırır. Köyde saatler süren bir savaş olur. Askerlerin tümü öldürülür. Köylülerin de çoğu ölmüştür.

Ölülerini toplayıp gömerler. Zamanla yarışıyorlardır. Olayın haberinin duyulmasından önce köyü terk etmeleri gerekiyordur. Dualarını edip daha yaslarını bile tutmadan köyden ayrılırlar.

Osman’ın babası Hacı ve kalan köylüler artık neler olacacını iyi bilmektedir. Daha büyük sayıda bir Rus asker topluluğu gelip köyde taş üstünde taş bırakmayacak, kalan herkesi kılıçtan geçirecektir.

Hacı’ nın hemen hemen tüm yakınları ölmüştür. Karısı, yaşlı babası ve tüm eşi dostu… İki çocuğu sağdır, onları kurtarması gerekmektedir. Ölülerini gömdükten sonar Hacı, iki oğluyla birlikte evine gelir, taşıyabilecekleri kadar yiyeceği heybelerine doldururlar. Ahırlarındaki bütün hayvanları çıkarıp dağlara sürerler. Yanlarında götüremeyeceklerdir. Onun için açlıktan ölmesinler diye hepsini özgür bırakırlar. Sadece iki tane atı alırlar, heybeleri yükleyip Hacı Alapaça ata, Osman ve Rüstem de Küher ata biner ve köyden ayrılırlar.

Hacı ve Osman dönüp bir daha gelemeyecekleri, sevdiklerinin bir çoğunu bıraktıkları köylerine bakmaya cesaret edemeyerek hep ileri bakarlar. Rüstem ise buraya bir daha geleceğini sezmiş gibi dönüp uzun uzun köyüne bakar…

Saatlerce at sürüp köyü iyice arkalarında bırakırlar. Kıştan yeni çıktıkları için atları zayıf ve güçsüzdür. Köy görünmez olduktan sonra atları dinlendirmek için uzun molalar verir, atları otlatır sonra tekrar yola koyulur. Batıya yolculuklarına devam ederler. Karşılarına çıkan köylerde Rus askerleri olabilir diye köylerin etrafından dolanırlar kimseye görünmemek için.

İlk baharda Kafkas dağları soğuktur. Hacı geceleri çocuklarına sarılıp uyur. Tir tir titrer hepsi sabaha kadar. Uyku girmez gözlerine. Gündüz hava ısınınca molalarında uyuyup dinlenirler, bazen çocuklar atın üzerinde uyurlar. Günler geçtikçe yorgunlukları daha da artar. Yiyecekleri de artık azalmıştır. Daha az yemeye başlarlar. Uzun yolculuk atları da iyice yormuştur.

Akşam saatlerinde Tovuz şehrine varırlar. Hacı şehre uğrayıp yiyecek almak konusunda kararsızdır. Ama çocuklarının aç, perişan halini düşünerek şehre gitmeye karar verir. Atını Rüstem’e verip çocuklarını onu beklemeleri için tembihleyip yola çıkar. Daha on dakika bile yürümeden Rus askerlerini görür. Şehrin etrafından geçen iki atlıyı görüp onlara doğru gelmektedirler. Koşarak çocuklarının yanına varır. Atlarına binip Göyçe Gölü’ne doğru sürerler atlarını. Saatlerce dörtnala koşar atlar. Karanlık çöker izlerini kaybettirirler. Artık atların mecali kalmamıştır koşmaya. Hacı ve çocukları bir derenin kenarındaki uçurumun dibinde atlarından inip, geceyi geçirmek için saklanır. Birbirlerine sarılıp uyurlar.

Sabah güneş onları ısıtmaya başlayınca uyanırlar. Çocukların bindiği alapaça atın kafasını yere koyup uyuduğunu görürler. Saatlerce koşan at terlemiş, gecede soğukta kaldığı için üşütmüştür. Atı ayağa kaldırmak için çok uğraşırlar ama nafile atın kalkacak hali yoktur. Hacı atın heybesini indirir, eyerini çıkarır. Kemerine asılı olan bıçağını çıkarıp atı keser. Ateş yakan çocuklar etin birazını pişirirken Hacı da kalan kısımlarından taşıyabilecekleri kadarını parçalara ayırıp heybelerine doldurur.

Günlerdir boş olan midelerini doldurduktan sonra çocukları kendi atına bindirir, kendisi de yayan olarak yolculuklarına devam ederler. Günlerce süren yolculuk hepsini bitkin düşürür. Yiyecekleri kıttır. Hacı topladığı; ısırgan, kuşekmeği, evelik... gibi bitkileri pişirip, yağsız tuzsuz bir şekilde çocuklarını beslemeye çalışır ama bu onların sadece hayatta kalmalarını sağlar. Yolculuk için gerekli gücü kazanmalarını sağlamaz. Ama tek kalan atları gittikçe gürleşen otlarla iyi beslenip gün geçtikçe güçlenir. İki çocuğu daha kolay taşıyacak hale gelir. Hacı çocuklarını kurtarmak için durmadan yürümeye devam eder. Ayaklarının altı yara olur, dizlerinde derman kalmaz ama o, çocuklarına belli etmez bunu. Çocuklar atlı o, yayan yollarına devam ederler.

Birkaç ay bu yolculuk böyle devam eder. Gökçe gölüne varırlar. Hacı artık yürüyemeyecek haldedir. Oturduğu yerden kalkamıyordur. Çocuklar ata babalarını bindirip, kendileri yayan devam ediyordur yolculuklarına. Hacı, Osman'a gölün kuzeyinden devam edip, gölü geçtikten sonra yine hep batıya yürümeleri gerektiğini söyler. Revan şehrine ulaşırlarsa ondan sonrasının kolay olduğunu anlatır. Revan bir Türk şehri olduğu için orada yardım almaları daha kolaydır.

Osman babasının tarif ettiği yolu takip eder, babasını ve kardeşini Revan'a ulaştırır.

Revan'a ulaştıklarında babasının anlattığı, Revan'ın da değiştiğini buranın da Ruslar tarafından kontrol edilmeye başladığını görür. Buradaki Türkler de Anadolu'ya göç etmektedirler.

Onlar da göç eden bir gruba katılıp, Anadolu'ya doğru Batıya yürüyüşlerine devam ederler. Onlarca kişi; yarısı atlı, yarısı yayan yürüyordur. Yardım seven Türkler yiyeceklerini onlarla da paylaşırlar. Artık yolculuk daha kolaydır. Havalar ısındığı için geceleri artık üşümüyorlardır. Hem artık ateş yakmaları daha risksizdir. Gündüz yürür, akşam atlarını bağlayıp ateş yakar, yemekler pişirip türküler söyler, masallar anlatırlar birbirlerine. Osman hasta babasını rahat ettirmek için akşamları otlardan yemek yapar, elleriyle ona yemek yedirir. Sabah olunca kardeşiyle birlikte onu ata bindirip düşmemesi için sıkıca bağlarlar. Günlerce süren yolculuk böyle devam edip gider.

Osman, Gülperi adlı bir kızla tanışır. Kız ona ve ailesine yemekler getirir. Aralarında kısa

konuşmalar geçer. Günler süren yolculuk onları zamanla birbirlerine daha da yaklaştırır. Kafile sonbaharda Kars sınırını geçer.

Arpaçay ırmağına gelip orada yeni bir yurt kurmayı düşünmektedirler. Kars sınırından sonra iki gün daha yolculuk yaptıktan sonra nihayet Arpaçay ırmağını görürler. Osman'ın hasta babası ve kafilenin yaşlıları toplanıp ırmağa çok yaklaşmamaları gerektiği kararına varırlar. Irmağın yakınlarından sürekli Rus askerlerinin geçtiğini biliyorlardır. Onlar tarafından rahatsız edilmemek için dağlarda kalmaya karar verirler. Asıl istedikleri daha batıya, Anadolunun içlerine kadar devam etmektir ama kış yaklaşıyordur. Bir an önce yerleşip kışa hazırlık yapmalıdırlar.

 Arpaçay ırmağını tepeden gören dağların eteklerinde önceden gelmiş, evlerini kurmuş küçük bir Terekeme topluluğuyla karşılaşırlar. Onların da telkinleriyle ismi Vanaza olan bu yere yerleşirler. Babaları hasta olduğu için bütün iş Osman ve kardeşi Rüstem'e kalmıştır. Taşları kırıp şekillendirip duvar örerler, etraftan ağaç kesip, duvarın üzerini örtüp başlarını sokabilecekleri bir ev yaparlar.

 Ellerinde kalan tek varlıkları olan Küren atı satıp kışlık bulgur, yağ vesaire alırlar. İki kardeş diğer köylülere de yardım ederek, sürekli çalışarak, kışı geçirebilecekleri kadar erzağı toplarlar. Artık yeni bir vatanları, yeni bir evleri, yeni bir hayatları vardır. Kışı geçirirler yaz gelir daha çok çalışırlar. Evlerinin bitişiğine yeni odalar yaparlar. Çalışıp biriktirip üç beş tane koyun alırlar; arpa, buğday ekerler. Buraya yerleştiklerinden iki sene sonra babaları ölür. İki kardeş artık yalnızdır ama biraz daha büyümüşlerdir. Başlarının çaresine bakabilecek güce kuvvete sahiptirler.

 Osman, Gülperi ile evlenir, yeni bir yuva kurar. Geçmiş zor günleri unutup yeni yerlerinde mutlu yaşayacakken Rüstem, bir arkadaşıyla kavga eder ve kafasına vurduğu adamı öldürür. Rüstem ne kadar pişman olsa da olan olmuştur, kan davası başlayacaktır. Bunun üzerine Osman binbir emekle yaptığı evini birkaç hayvan karşılığında satar. Eşini, kardeşini ve hayvanlarını alıp Vanaza' nın daha doğusunda, Kalaça isimli küçük bir kalenin etrafında kurulmuş köye gider. Ve orada bir kez daha yeni bir hayat kurmaya başlar.

Osman Karakale isimli yeni köyüne uyum sağlamaıştır. Kendisi gibi Terekeme olan Karakale halkı da onlara yardım eder.Köy halkı el birliği ile Osman ve ailesinin barınacağı bir ev yaparlar. Yeni yerlerinde herkes tarafından sevilip eş dost edinirler.

Osman köylüleriyle köy işleriyle ekip biçmekle uğraşırken Rüstem de arkadaşlarıyla daha çok gezip tozma peşindedir. Artık yirmili yaşlarını geçtiği için bileğine de güvenmektedir. Mehti adlı bir arkadaşı vardır. İkisi de köy işleriyle fazla uğraşmazlar, gösterişli atlarına binip dağlarda dolaşırlar.

Bir gün Rüstem ile Mehti, Revan üzerinden atalarının topraklarına gitmeye karar verir. Birkaç günlük yolculuktan sonra karşılarına Rus askerleri çıkar. Aralarında gerginlik yaşanır. İki arkadaş askerleri öldürüp yollarına devam ederler. Çok sürmez etrafları sarılır, teslim olmaları istenir. İkisi de yakalanıp elleri bağlanır. Sibirya'ya hapse gönderilirler.

Çok büyük ve soğuk bir hapishaneye konur iki arkadaş. Burada yıllarca kalırlar, gençlikleri tükenir. Osman kardeşini sürekli arar ama bir türlü izini bulamaz. Revan tarafındaki Rus askerlerine altınlar götürür, kardeşinin yerini öğrenmek için ama çabaları sonuçsuz kalır. Hayvan sürülerini götürür verir yine öğrenemez kardeşinin yerini..

Rüstem'i aramaktan vazgeçmiyordur Osman. İsrafil, Zeynep, Mahmut ve Ayşe adında dört çocuğu vardır. Eşini ve çocuklarını bırakıp Rüstem'i aramaktadır. Bir gün eve döndüğünde karısının öldüğünü öğrenir. Küçük çocuklarıyla yapayalnız kalır. Çocukları tek başlarına bırakamayacağı için kardeşini arayamaz artık. Çocuklara tek başına bakmakta zorlanıyordur. Bunun üzerine karısı Gülperi' nin kız kardeşi Vanaza köyünden, çocuklara bakmak için gelir. Selfinaz adlı kız, çocuklara annelik eder, annelerinin yokluğunu hissettirmemeye çalışır.

 Osman saz çalıp tüm dertlerini türkülerle anlatmaya başlar. Türküleri dilden dile dolaşır. Atına binip köy köy dolaşır, saz çalıp türküler okur. Bir gün köyüne döndüğünde atını sulamak için köyün alt tarafında bulunan Karabulak'a gider. Birkaç tane kız çeşmenin başında elbise yıkamaktadır. İçlerinde Selfinaz da vardır. Selfinaz’ın üzerinde sarı bir yelek vardır. Osman'ın geldiğini görür ama utandığı için selam vermez. Kızlardan biri Osman'a şakayla karışık; "Hangimiz daha güzeliz?" diye sorunca Osman, eyerinde asılı sazını alıp çalmaya başlar:

 

Gözeller sürüsü ne ğoş geldiniz,

Kabağda ğışmınan şan sarı arğalığ.

Bir od saldın bedenimin bendine,

Sende menim kimi yan sarı arğalığ.

 

Geneviz arğalığ aslı faymışım,

İtirdim ağlımı zehnim zaymıdır.

Aslın ağa kızı yoğsa beyindir.

Hepiden artığsan sen sararğalığ.

 

Altını dizdirmiş kaşla göz üste,

Can feda eylerem ğulüskar dosta,

Sergender eyledin küren at üste,

Bir danış bir beri dön sararğalığ.

 

Görende üzünü sergender oldum,

Özüm öz nefsimin haddini bildim,

Eğleştim sehrine karşına geldim,

Kalmadı cesette kan sararğalığ.

 

Gözeller başında bir alçalmadık,

Gözellik insanda başa beladı,

Kazam zerşat köyüm garagaladı,

İçimin ülkeri kan sararğalığ.

 

OSMAN’am olmuşam divana kimi,

Görünür cemalın mehrana kimi,

Kızıl gül başına pervana kimi,

Dolannam başına men sararğalığ[ii]

 

 Türkü bitince Osman hiçbir şey söylemeden atını çevirip oradan uzaklaşır. Selfinaz da kimsenin görmeyeceği şekilde gülümseyip işine devam eder.

Günler geçer Osman ile Selfinaz arasında yakınlık başlar, evlenirler. Yeni çocukları olur. Hepsine Atalarının, analarının isimlerini koyar; Hacı Kerim, Fatma, Mürsel, Müsellim, Şahbaz, Ayşe…

 Kardeşi Rüstem'in ismini çocuklarına vermez, onun yaşadığına olan umudu devam etmektedir. Oğulları büyüyünce Osman daha da güçlenir, yeni yeni araziler edinir, sayısız büyük ve küçükbaş hayvanı olur. Dürüstlüğü, vicdanı ve adil olması sadece Terekemeler arasında değil Rus yöneticiler arasında da saygı görmesini sağlar. Rus yönetimindeki Karakale'de uzun süre muhtarlık yapar.

 1920 yılında Kazım Karabekir yönetimindeki Türk ordusuna tüm Karakale halkıyla birlikte katkı sağlar. Kars Ruslardan alınıp yenide Türkiye’ye bağlanır. Sınırlar çekilir, Karakale de artık Türk yurduna katılır. Osman yıllardır beklediği şeyin gerçekleşmesine mutludur. Türk yönetiminde de köyün muhtarı olur. Bu tarafta her şey yolundadır artık. Ama kardeşi sınırın diğer tarafında kalmıştır.

 Rüstem ile Mehti artık yaşlanmaya başlamıştır. Hapishane hayatı ve soğuk ikisini de gün geçtikçe ölüme daha da yaklaştırmaktadır. Hapishaneden kaçma planı yaparlar. Buradan kaçmaya çalışırlarsa ölme ihtimallerinin çok yüksek olduğunu bilmelerine rağmen başka çareleri yoktur. Ya burada ölüp gidecekler ya da kaçarken öleceklerdir.

 İkinci seçeneği tercih ederler. Hapishanenin duvarlarından biri diğerlerine göre biraz alçaktır. Alçak duvarın hemen dibinden büyük bir ırmak akmaktadır. Duvarı aşıp ırmağa atlamanın ölüm olduğunu bildikleri için gardiyanlar da o tarafı fazla kontrol etmemektedir. Duvar buzlarla kaplıdır, tırmanmak imkansız gibidir. İki arkadaş ellerinin içini ve ayaklarının altını kesip kanatırlar. Kan buza yapıştığı için daha kolay tırmanırlar, duvarı aşıp suya atlarlar. Buz gibi su onları sürüklemeye başlar. Birbirlerini kaybederler.

 Rüstem suyun dinginleştiği bir yerde bölgedeki köylüler tarafından kurtarılır. Köylülerden biri onu evine götürür, sıcak sobanın yanında ısınmasını sağlar, kuru kıyafetler giydirir. Rüstem'in hapisten kaçtığını anlayınca ne yapacağını bilemez, onu Ruslara teslim etmeyi düşünür. Ama Terekeme olan karısı buna izin vermez. "O benim kardeşim sayılır, ona yardım edeceğiz." der. İki oğlunu çağırır, onlara durumu anlatır.

 Rüstem'i Türkiye sınırına götürüp, sınırdan geçirmelerini söyler. Rüstem'e de çocuklardan habersiz bir mendil verir, içine iki küp şeker koyar. "Sınırı geçince şekerleri oğullarıma verip bana getirmelerini söyle, mendil de sende kalsın." der ve onları yolcu eder. Çocuklar Rüstem'i annelerine söz verdikleri gibi sınıra kadar getirirler. Rüstem şekerlerin birini çocuklarından birine ötekini diğerine verir. Çocuklara sarılıp teşekkür eder ve köyüne doğru yola çıkar. Altı ay süren zorlu bir yolculuktan sonar köyüne varır. İki kardeş kavuşur.

Rüstem kaçak olduğu için Osman, evin önünde oda şeklinde bir kuyu kazar, üstünü belli olmayacak şekilde kapatır. Rüstem gündüzleri orada saklanır. Geceleri çıkıp eve gelir. Çok hasta olan rüstem kısa bir sure sonar orada ölür. Osman o kuyuyu hiçbir zaman kapatmaz, o kuyu öylece kalır.

Osman bazen, sazını alıp gider, kuyunun yanındaki taşa oturur. Boş kuyuda olmayan kardeşi Rüstem’e saz çalıp türküler söylermiş:

 

Gel senden süre alalım

Süleyman’dan kalan dünya

Ecel el ettin, götürdün

Çoğu oldu, yalan dünya

 

Yüce yüce dağlar gördüm

Bağ vermemiş bağlar gördüm

Niceleri ağlar gördüm

Sende yoktur, kalan dünya

 

Deva naçar, care naçar

Her gardaş ektiğin biçer

Birgün gelen, birgün göçer

Sende yoktur, kalan dünya

 

 

 

 

 

 

 Günler sonra durumu öğrenen askerler gelip Osmanı ve altı oğlunu suçlu birine yardım ettikleri gerekçesiyle yakalayıp karakola götürür. Suçsuz oldukları anlaşılınca serbest bırakılırlar. Dönüşte Osman bir türkü söyler:

 

Yedi kişi bir arada tutulduk

Jandarmanın kavağına katıldık

Suçsuz yere dört duvara atıldık

İndik iştik böyle dara ne deyim

 

Yazdılar temize gitti işimiz

Adalet divanına düştü işimiz

Adalet bize verdi beratı

Geri gelmeyen kardeşe ne deyim

 

Kadim olsun o tahtında ismeti

Şöhretlensin ucalansın hökmeti

Hak göstersin gardaşıma cenneti

Osman söyler budur duam ne deyim

 

Köye dönerler, ailelerini ve azarilerini genişletirler. 1934 yılında soyadı kanunu çıkınca Osman’a Hakverdi soyadı verilir. Artık maceralı yaşam bitmiştir. İlk torununa Rüstem ismini verir. 1957 yılının son baharında doksan üç yaşında dünyadan ayrılır. Ardında büyük bir sülale, büyük bir nesil bırakır.

 

 

Şiirlerinden örnekler

YETMEZ Mİ?

 

Hayatıma çengel atan vefasız

Bu kadar çektiğim çile yetmez mi?

Bu dünyada koydun beni sefasız

Bu kadar çektiğim çile yetmez mi?

 

Mecnun edip beni saldın dilden dile

Ferhat edip saldın dilden dile

Kerem olup yandım döndüm küllere

Bu kadar çektiğim çile yetmez mi?

 

Osman’ım dünyada varım kalmadı

Hep zarar eyledim kârım kalmadı

Derdimi dökecek yarım kalmadı

Bu kadar çektiğim çile yetmez mi?

 

YURDUM

Benim güzel cennet yurdum

Yoluna kurban olduğum

Bayrağım hep dalgalansın

Alına kurban olduğum

 

Tarih kokar her bir ili

Dillerde söylenir şanı

Üç taraf deniz çevrili

Hilaline kurban olum

 

Kulak verin bu Osman’a

Aşığım ben her bir yana

Edirne’den Ardahan’a

Toprağına kurban olum.

 

OLMALI

 

Eğer biz Müslümansak

Göğsünde iman olmalı

Haksızlığa göğüs gerip

İnsan da vijdan olmalı

 

Şiir söyle hece hece

Ben yazarım gündüz gece

Garaçi, tecnisden önce

Başta bir divan olmalı

 

Sarı Osman hevesinde

Aşk onun neresinde

Son nefeste üzerinde

Okunan Kur’an olmalı.

 

Haz: Erkan ÇELİK

 


[i] https://www.facebook.com/erdal.aykar1

[ii] Âşık Ensar Şahbazoğlu-Kars

 

Kaynak Kişi:

Sacit Hakverdi/ İstanbul