www.cildirgoyce.com

Prof. Dr. Ramazan KORKMAZ


SABAHATTİN ALİ´Yİ ANARKEN DEVLET-BABA´YI YENİDEN DÜŞÜNMEK

Devlet, zorunlu gerekçelerden


    Devlet, zorunlu gerekçelerden doğmuş toplumsal örgütlenmenin en mütekamil biçimidir. Ahali, devlete; koruyucu, adil ve müşfik olma beklentisi nedeniyle -Türk Devlet geleneğinde- ´Devlet Baba´ da der. Devletlerin uzun bir süre ve sağlıklı bir biçimde yaşaması, ancak adalet, hakkaniyet ve bilgelik gibi ulvi değerlerle kurduğu ilişkiye bağlıdır. Zira ´Devlet Baba´ ifadesi, sözün değil, icraatın/uygulamanın içeriğini doldurduğu ve hayatiyet kazandırdığı bir içtenlik değeridir ve sürekli beslenerek geliştirilmesi, yaşatılması gereken bir olgudur.
    Devlet Baba ile evlat-vatandaş arasındaki ilişki, içtenlik ve güven esaslarına bağlıdır. Devlet Baba, evlat-vatandaşlarının varlığını her türlü tehdit ve tehlikeden korumakla mükelleftir. Elbette evlat-vatandaşın da devlete karşı, -gerektiğinde canını feda edebilecek kadar- yükümlülükleri vardır. Özellikle Türk devlet geleneğindeki bu baba- oğul metaforu, zaman zaman duygusal kırılmalara hatta kopmalara neden olacak sınamalardan da geçer.
Duygusal bağlanmalarda, ilişkiyi yaşatan en önemli güç içtenlik ve güven duygusudur. Evlat-vatandaş, devlet- babasına güvenmenin huzuru ile yaşar. Devletler de; bilgelik, adalet ve hakkaniyet´i kendine rehber edildikçe yaşar. 
    Ne var ki, devlet-baba, kadim değerleri olan bilgelik yerine, yalnızca konjonktür korkularını rehber edindiğinde -ne yazık ki- zaman zaman evlatlarını yiyen bir deve dönüşebiliyor. Şehzade Mustafa´dan Adnan Menderes´e, Pir Sultan Abdal´dan Sabahattin Ali ´ye bütün bir geçmiş incelendiğinde; adaletin, hakkaniyetin ve bilgeliğin ışığından uzaklaştıkça, konjonktür korkuların nasıl büyük yıkımlar ürettiğini görürüz. Nazım Hikmet, yurt dışına kaçmasaydı; belki de Türkçe, en güzel şiirlerinden mahrum olacaktı. Deniz Gezmişlerin, Mustafa Pahlivanların idamı, aynı şekilde; Türkiye´nin geleceğinin bir bakıma ipe çekilmesiydi. Adaleti, hakkaniyet ve bilgeliği rehber edinmeyen insanlar/toplumlar/devletler, öldürdükçe ölürler...

    Sabahattin Ali, yaşadığı zamanlarda konjonktür korkuların hedefinde olmuş ve ne yazık ki Türkçe´nin bu duru ve temiz ırmağı; Türk edebi zevkini, düşünce dünyasını besleyecek en verimli çağında, ölümün karanlığına itilmiştir. Anadolu romantizmini en iyi şekilde anlatan ve Türkçe´nin en güzel öyküsü sayılan Ses´i yazan kişiyi ´vatan haini´ diye öldüren ´konjonktür korkunun kuklaları"nı bugün kimse hatırlamıyor. Lakin dile dönüşerek varolan Türkçe´nin bu duru ve temiz ırmağı, sonsuz zaman sularında akmaya devam ediyor... 

    İnsan, cenneti de cehennemi de içinde taşıyan bir varlıktır; adaleti, hakkaniyeti ve bilgeliği rehber edindiğinde; aydınlığa/cennete; konjonktür korkuları, kini ve cehaleti rehber edindiğinde ise, karanlığa/ ölüme/ cehenneme dönüşebiliyor...
    Tarihin tekerrür etmemesi için, tercihimizi daima yaşamdan, adaletten ve bilgelikten/bilgiden yana yapmalıyız.
    Sabahattin Ali´yi saygıyla anıyorum... Sevgili Filiz Ali´nin hala çocuk, hala yaralı ve hala umut dolu yüreğini öpüyorum...

Prof Dr. Ramazan Korkmaz