Olcay Kasımoğlu


Ölüyordu çocuklar, susuyordu insanlar !

Dünya yeniden doğmuş gibi...


    Dünya yeniden doğmuş gibi olsa/ Zaman dursa, sınırlar hiç olmasa/ Gökyüzünden güller yağsa, hiç solmasa/ Her şeye sevda değmiş olsa, gözyaşı unutulsa/ Ah mümkün olsa?/ Alınlarından öpebilsem, bütün dünya çocuklarının/ Bıraksam, günahsız bir dünya yanı başlarına/ Masal anlatır gibi, usulca çekip gitsem, onlar uyanmadan (!)

    Hep merak etmişimdir ?savaş ilan edenlerin ve savaş kışkırtıcılığı yapanların çocukları cephenin en ön mevzilerindeki ilk birlikte yer alacaklar? diyen bir kural olsaydı, tarih bu kadar çok savaşa şahit olur muydu ?

   Savaş isteyecekler miydi, savaşa gönderecekler miydi çocuklarını? İnsanın yer yüzünde evladından daha kıymetli ne var ?Bir başkasının evladı toprağa düşünce canı yanmayan adamın adamlığından ne olur ? Başkasının çocuğu olunca ölen, savaş mubah ve desteklenesi mi oluyor .Çocuklar ölüyor; gözlerine giren mermiler, ciğerlerine saplanan kurşunlar, uykuda hain pusuya yenik düşüyor bedenleri.

Niye ister bazı insanlar, çocukların böyle ölmesini? Sadece ölenler değil ya yaşayan ruhların bedenlerinde kaybettikleri evlatlarına akıttıkları gözyaşları ne olacak ya onların yüreğinde ki acılar, kocasını, babasını, kardeşini, akrabasını kaybeden yüz binlerce insanın beden ve ruh acılarının bedelini kim ödeyecek?

Ve hangisi çıkıp ta ?yıkılmış binaları, çökmüş evleri, ölen çocukların hayatını, o çocukları öldürten silahları yapanların servetlerini biraz daha arttırmak, yaptığım gizli anlaşmalarla kanı paraya çevirmek için feda ediyorum? diyebilecek.

Bu nasıl bir dünya, bu nasıl bir adalet ! Devlet politikalarının, ülkesindeki iç karışıklıkların, vahşi kapitalizmin esir aldığı insan yaşamlarının faturası kime kesilecek ? Kimi kendi ülkesinde sürgün, kimi başka ülkelerin merhametine muhtaç yaşıyor, insan olmaktan utanarak merhamet diliyor. Çocukları adına, gelecek adına umut yolculuğu denilen küçücük sandallarda cansız bedenleri kıyıya vuruyor.

Daha çocuk onlar, henüz bir asmanın dalında taşlanmış sevdaların şerbetinde ezilmediler. Bu dünyaya nasıl bir kötülük etmiş olabilirler ki ? Hangi vicdan buna bir kılıf uydurabilir ki ! Kim olursa olsun; bu ölüme iyi olmuş, orada ne işleri var, niye ülkelerinde kalmadılar diyorsa, sıkmayın bir daha o insanların elini. O elin yüreğinde insan sevgisi, merhamet yok.

Birilerinin daha iyi yaşaması için, hiç bir ana evladını kurban etmez.

Zamansız kapanan yaşam defterlerine, kim kendini aklayacak bir mazeret bulabilir.

Oysa bütün hürriyet ve özgürlük şarkıları daha iyi bir dünya için söylenirken, şimdi bu anaların feryadı hangi dilde yazılacak, sorarım size ?

Daha dalında yeni açılan bu gonca güllerin budanmasını, hangi vicdan kendini aklamak için neden sunacak ? Hiç bir güzellik zulümden yana değilken, doğan güneş, akça sular hepsi yaşamaya dairken bu ölümü hangi ana af edecek !

İnsan olmak; kendine özgü yaşamak, birey olmak, insan olmanın ayrımında ?kendine aydınlanmanın ışığıyla? kendi kendini bilmek, yaşamayı anlamlı kılmak ve insanlarla yaşama akarken, insan ilişkilerinde adil olmaktır.

Nerede mülkiyet ve onu takip eden rant var ise orada kanundan, yasadan, değerden bahsedilemez..

Yaşadığımız dünya da ; Karşıt fikirlere tahammülsüzlük, mülkiyet ve menfaat almış başını gidiyor.

Oysa düşüncelerin içerisinde kırılır her şey.

Yüreğimde ise bir kış soğuğu var, bugünler de !

Bakıyorum ülkeme; ?bu ne yaman çeliş ki anne? dizeleri geliyor aklıma.

İnsanlar neyin peşinde, neyin savaşında !

Binlerce insan, bir lokma ekmek için akşama kadar ter döküyor, çocuğu daha iyi bir eğitim alsın diye ikinci vardiyaya kalıyor, evlatları vatanı görevini yapan anneler, her güne korkuyla uyanıyor.

Hayatın içinde, çoğu zaman kendi varlığının anlamını unutuyor.

Dostoyevski´nin dediği gibi ?Her şeyi olduğu gibi söylemek en iyisi/ Yüreğim şuramda konuşurken ben susamam !

Bu nasıl bir zihniyet nasıl bir bilinç tir ki; izledikçe, dinledikçe hayretler içinde kalıyorum !

Pervasızlığın, kokuşmuşluğun bu kadarına da pes yani !

Aklımda; karışık, üşüşen duygular, sürüyle soru işaretleri varken nasıl insanı bir bakışla bakabilirim bu kısır döngüye.

Gazetelerde, haberlerde; kıyıya vurmuş çocuk bedenleri görünce, dilenen, dilencilik yapan çocuklara bakınca, ölüm haberleri her gün sayfa sayfa gazete manşetlerini işgal ederken, evet ?açlık, kokuşmuşluk çoğunluktadır? ve insanların vicdanları kuma gömülüdür, yüreklerin ise içi yok. O yüreklerin ustası da yok, her şey insanın kendi içinde. İçi boşsa yüreğin, nereye koyarsan oranın şeklini alır.

Eğer kendinize ait bir doğrunuz yok ise, başkalarının yanlışlarını doğru kabul edersiniz. Yanlışlar da zamanla doğruların yerini alır.

Ve herkes kendi ölüsüne ağladıkça da sürecek bu vasatın esareti?

Eğer hala şikayet ediyorsak, hakikati göremiyorsak, akilli bir maymun olmaktan öteye gidemedik.

Eğer hâlâ ?Ben? demekten vazgeçmiyorsak, dizginlerimiz hala nefsimizin elinde ise esarete boyun eğiyoruz demektir.

Hayat; birilerine, birilerinin sırtına dayanarak kendini bize adil kılmaz.

Hayatı boyunca; başka renklere, duygulara, fikirlere empatiyle yaklaşamayan, hayatında bir defa bile; farklı düşünemeyen, tabusundan, egosundan sıyrılamayan tüm bilinçleri kınıyorum?