Olcay Kasımoğlu


OLAĞAN DEMEYİN HEMEN

Rica ederiz, ?Olağan? ...


Rica ederiz, ?Olağan? demeyin hemen, her gün olup bitenlere!
Kargaşanın hüküm sürdüğü, kanın aktığı, düzensizliğin at oynattığı, keyfiliğin yasalaştığı yerde demeyin sakın: ?Bunlar olağandır.? Bertolt Brecht .
İnsan onurunun ayaklar altında çiğnendiği; nefret söylemleriyle, insanların kutuplaştığı, kapitalist düzenin egemen olduğu bir dünyada; kıyımlar, hırslar, kılıç gibi yontuyor ömrümüzü !
?Ağzı olan konuşuyor?söyleminin doğruluğunu ispat etmek için, insanlar birbirleriyle yarışıyor. Hal böyle olunca, insan dönüp kendine bir bakmalı, bu çarpık düzenden, dengesiz söylemlerden yana hiç mi payımız yok?
Ülkemiz vatandaşlarından Ali Ağaoğlu, karanfilin anlamını bilmeme cehaletini ?ortanca hatun? demesi ile eril denilen azınlıktan olduğunu, insani değerlere bakış açısını ve görgüsüzlüğünü, paranın çözmediğini 1 dakikada ispatlamıştı. Şimdi ise ?Tek gecelik ilişkilerden hoşlanmam. Hoşlansaydım İstanbul´da kadın kalmazdı.? söylemiyle karşımıza çıkıyor. demek ki meydanı boş bulmuş, konuştukça konuşuyor. İnsanlara hakaret etmenin normal olduğunu kanıksamış. Ne söylese, tabiri caizse ne söylese yanına kar kalıyor. Hal böyle olunca, pervasızlıkta sınır tanımıyor, haddini bilmiyor.
İnsan kendini ve sınırlarını bildiğin de haddini de bilir diye düşünüyorum
Zaten kendin olmak; kim olacağını ve nasıl davranacağını belirlerken, aynı zamanda, kendi eylemlerinin sorumluluğunu da üzerine almaktır. Kendin olmak olgunluğu, sorumluluk getirir. Gerçek ahlak sahibi insan, kendini tanıyan; yerini bilen ve onun gerektirdiği şekilde davranan kişidir.
Varlığını dinlemek, kendin olmanın en sakin ve dingin halıdır, kendini hatırlatırken bağırmaz, pervasız değildir.
Bizler ne yaptık; Şiddetin dilini kullanıp, nefret söylemleriyle toplum yaşamını kan ve gözyaşına boğanları alkışladık, kutsallaştırdık.

 

Toplumsal huzurun dip yaptığı, ekonominin can yaktığı, iyi ve kötünün birbirine karıştığı, neredeyse yalanın ve cambazlığın, çocuk istismarının ayyuka çıktığı; ölümlerin, umursamazlığın, kanıksandığı bir dönemde; insan, kendi öğretisinin tutsağıysa, ona insanca yaşamdan, hak-hukuktan, adaletten, ilkeli olmaktan nasıl söz edebiliriz ki?
Albert Camus´ün Veba kitabında ?toplumsal tükeniş tasviri? 3. bölümünde şunları yazar;
?Belleksiz, umutsuz, yaşanılan anın içindeydiler. Aslında zaten her şey onlar için yaşadıkları an demekti. (?) Başka bir deyişle artık seçecekleri bir şey kalmamıştı. Veba bütün değer yargılarını ortadan kaldırmıştı. Bu da en çok, insanların giydikleri elbiselerin kalitesinden ya da satın aldıkları yiyeceklerle hiç ilgilenmeyişlerinden belli oluyordu. Her şeyi olduğu gibi, bütünüyle kabul ediyorlardı. (?) Vebanın kurduğu düzeni kabul etmişlerdi. Etkisi kuvvetlendikçe, o ölçüde de bayağılaşıyordu. Artık içimizde büyük duygular yok olmuştu. Herkes en monoton duygularla yaşamaktaydı. (?) Değişmişti, veba onda bütün kuvvetiyle inkar etmeye çalışsa da, gene de şiddetli bir azap halinde sürüp giden bir KAYITSIZLIK yaratmıştı.?
İnsanların bencilliği ile başlayan kayıtsızlık, zamanla içselleşerek; akılsızlaşmayı, vicdansızlaşmayı ve beraberinde omurgasızlaşmayı başlattı.
Kimi servetine servet kattı, kimileri hiç hak etmediği etiket ve unvanlarla onurlandırıldı, kimileri sevdiklerini terör belasında, kör bir kurşuna kurban verdi, kimileri bombaların gölgesinde sevdiklerinin cesetlerini topladı.Kimileri ise, çocuklarını emanet ettikleri eğitim kurumlarında; sapık zihniyetin kurbanı oldular. Söylemeler ise, tecavüzün kendisi kadar korkunçtu ?Bir defadan bir şey olmaz? oysa, ağzımızdan çıkan her söz bizi bağlar, hele birde ülke yönetiminde söz sahibi isen ! Ben onu demek istemedim, demelerin mazereti olmaz, olmamalı da zaten.
İnsanlar, değerlerini yitirmeden önce; sevginin dilini konuşarak, ortak bir akılla bu duvarı aşarlardı, kendilerine umut veren başka değerleri yardıma çağırırlardı.
Özellikle bilgi çağının bu kadar tepe yaptığı bir devirde, halen başkalarının bize ölçüp, biçtiği yaşamları oynuyor olmamız tesadüf olamaz.
Hiç kimsenin, yaşam hakkına, hukukuna zulüm etmeye hakkımız yok. İnsanca yaşamlar büyütmek için, hanlara, şatolara ihtiyacımız yok.
Nereden gelirse gelsin her türlü şiddet, insan vicdanını rahatsız etmeli
Şiddetin her türlüsüne karşıyım, kayıtsızlık da bir şiddettir. İnsanlar acı çekerken, bundan rahatsız olmuyorsan, taştan ne farkın var ?
İlkeli olmak bir ?YAŞAM? biçimidir, kirlenmişliğe karşı bir duruş sergilemektir.
Yaşatmak, yaşamak bir değerse, duyarlılık da bu sürecin tamamlayıcısıdır.
İnsanların ortak değerlerinin örselendiği yerde, evrensel bir hürriyetten bahsedilemez.
Sokakta ki vatandaşa muhabir mikrofon uzatıyor, başbakan istifa etmiş,ne düşünüyorsunuz?
Cevap; şu an ülke karışık, zamanı değildi !
Neden istifa ettiğini biliyormusun ?
Cevap; bilmiyorum.
Gerçekçi olmak zorundayız, kitleler ? sürüleştikçe? sonu gelmez bu acıların.
Bu uyuşukluğu, bu kayıtsızlığı sarsacak, yeniden politik hareketliliği sağlayacak bilinç ve eylemliliklere gereksinim vardır.
Eğer farkında ve fark yaratanlardan olabilirsek, sıradanlığın ötesinde yaşama bir değer, varlığımıza bir anlam katabiliriz.
Yaşam bir deneyimdir ve yaşamda doğruları bulmanın yolu, doğru soruları sormakla başlar.
Öğrenmek, araştırmak, doğruyu bulmak ve doğru yönlenmek için; doğru yanıtlara giden yol, soru sormanın inceliklerini bilmekten geçer.
Kime, neyi, ne zaman, nerede, niçin ve nasıl sorduğumuz, yanıtların kalitesini belirleyecektir. Sormayan gelişemez, gerçekleri öğrenemez, ezber bozamaz, fark yaratamaz, daha iyiye ulaşamaz.
Umursamazlık almış başını gitmiş, şiddet ve ölüm haberlerinin, etkili bir korku filmi tadında izleyen seyircinin ?kurban etkisi? denilen şiddete kayıtsız kalma durumuna dönüşmüşse, yeniden silkelen meliyiz !
Kendi hayatının anlamını değil, başka hayatların anlamı üzerinden yaşama yürüyenler, kendi hayatlarının yaratıcısı nasıl olabilirler ?
Körü körüne bir şeye inanmak onu haklı ve ahlaklı yapmaz.
Bir ülkede 30 milyon insan aç ve yoksulluk sınırında yaşıyorsa, zulme- yalana sesini çıkarmıyorsa, kadınlar hunharca öldürülüyorsa, çocukların geleceği katlediliyorsa, erkek egemen kültürüne destek veriliyorsa ve insan sadece kendi egosuna hizmet ediyorsa, ben insan değilim.
Bizler, kimliği sadece insan olanlar;
*Egemenlerin, kendi şahsı çıkarlarını korumak için ?şiddeti ve insan açlığını? gizliden gizliye desteklemelerini reddediyoruz.
*Dünya yüzünde birbirine düşman halklar yaratılarak, egemenlerin amaçlarına hizmet için suni gündemler yaratıldığını biliyoruz, bu oyunda piyon olmayı reddediyoruz.
*Kadınların, çocukların ve savunmasızların, siyasetin malzemesi olmalarını reddediyoruz.
*Yaşayan her insanın insanlığa ve evrene karşı sorumlulukları var.
Emek ve sermaye çelişkisinin gerçekliğine suskun kalamayız.
Emeğin özne olduğu, sınıfsız bir yaşamın mümkün olduğu bilinciyle ? Dünya herkese yeter? anlamının içtenliğiyle, egemenlerin oyunlarına hayır diyoruz.
*Üreterek yaşamlarını anlamlandıran, sadece kendisi için değil herkes için ?daha güzel, eşit, adil, özgür? bir yaşam kurmak için mücadele eden, haklıdan yana tavır alanlar;
Sorgulamadan inanmanın, anlamadan yorumlamanın, araştırmadan bilmeden ahkam kesilmenin bütün olumsuz taraflarını reddediyoruz.
Ne olursa olsun, yaşamak, kulun kula kulluğu değildir. Onurunla, namusunla, halkınla, şerefli, bağımsız yaşamaktır, yaşamak.
Emeğin hiç bir zaman sorgulanmadığı bir yaşam ve sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin, sevginin parçamız olduğunu bilmek, insanın asıl doğasına ait tüm özellikleri unutmadan, varoluşumuzun, özümüzün güzelliklerinden utanmadan yaşama yürümek, yaşamı değerli ve anlamlı kılıyor.
Söz ve eylem kardeştir.
Sadece üzüldüm demekle, duvar olmakla, katı olmakla, mazeretlerin arkasına saklanmakla, bulamayız yaşamın o incecik yolunu.