Olcay Kasımoğlu


KAPİTALİST SİSTEM VE İNSAN

İnsanlık , karanlık bir bilinç...


    İnsanlık , karanlık bir bilinç bulanıklığının pençesinde kıvranıyor. Yapmak isteyip de yapamayacağımız şeylerle doldu taştı dünya. Bilgi karmaşası içerisinde bir telaş,bir doyumsuzluk aldı başını gidiyor, nereye varacağını bilmeden.Bu telaşla birlikte, tekniğin, robotlaşmanın getirdiği tüketim çılgınlığında, kapitalizmin yeni çocukları doğuyor. Sevginin ortak dilini öğrenmeden, buzdan kalpler yerini alıyor.

    İstediğimiz her şeye sahip olmanın ?mutluluğun anahtarı´ olduğu düşüncesiyle harekat eden bir toplumda yaşarken; çağ yorgunuyuz, insanların çoğu konuşmuyor ?bağırıyor´ bilmeden konuşuyor, başkalarının söylediklerini mantık süzgecinden geçirmeden kabulleniyor, birkaç kez duyduğu, izlediği şeyleri kendi fikriymiş gibi söylemeye başlıyor.

Televizyon programlarında sunulanlar, gazetelere atılan manşetler, sosyal medyada paylaşılanlar, iyi analiz edilmediğinde, sorgulanmadığında ve kişisel çıkarlardan arındırılmadığı sürece ?sürü psikolojisine´ yenileri ekleniyor.
   Yaşamsal kaynaklarından biri olan beslenme ve barınma ihtiyaçları için yapılan iş, zamanla sadece para kazanma ve insani olarak anlamı olmayan bir amaca dönüşüyor.

   Bu etkinin insanlar üzerinde ki yansımasına baktığımızda ise, çok olumsuz tablolarla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.

   Özellikle, insan ilişkileri ve insanların ruhsal yapısı üzerindeki etkiler, zamanla; suçluluk, uyuşturucu madde kullanımı, çeşitli psikolojik ve sosyo-psikolojik rahatsızlıkların yanı sıra, sınıfsal farklılaşma ve refahtan pay alma alanlarındaki toplumsal rahatsızlıklar baş göstermeye başlıyor. Buda beraberinde, insan yaşamında gelişen bireycilikle beraber, tüm tinsel ve insani değerlerin yitirilmesine zemin oluşturuyor. Yitirilen değerlerin yarattığı boşluğun yerini maddi ölçütler alıyor. Beraberinde paranın egemenliği, zayıf benliklerin egemenliklerini destekleyip, insani özün gelişmesine engel koyuyor. Düşünmeyen,sorgulamayan, sevgiyi önemsemeyin tekdüze insan tipi oluşturuyor.

   Özellikle toplumsal yaşamın kaynaklarına baktığımızda, insan sağlığı için önemli bir aktivite olan spor, artık insanın fiziksel gelişmesini ve sağlıklı yaşamasını sağlayan bir eylem olmaktan öte, vakit geçirmek için, dev örgütlerin tekeline aldığı bir meta alanına dönüşüyor.

   Kadınlığın veya erkekliğin ölçütleri,tekelleşmiş moda evlerinin ve kozmetik sanayinin, pazar savaşımında belirlenirken; değişimin hızı da yüksek bir tüketim sağlamayı amaçlamakta.Toplumsal başarı, her alanda yüksek tüketim hızı ile özdeşleşirken, tüm insani ilişkiler, sevgi,komşuluk, dostluk, ticareti yapılabilen birer nesne haline dönüşüyor.

   Şimdi bu insanlar, Düşler sokağı filmini de, Napolyon´un Yaşam Öyküsü filmini de, limana yanaşan beyaz bir yolcu gemisini de, vitrindeki yeni sonbahar giysilerini de aynı bilinçle izliyorlarsa, bu insanlara neyi, nasıl anlatabiliriz ?

   Önlenemez hale gelen ruhsal yorgunluk ve gerilim, giderek amaçsızlığı ve anlamsızlığı egemen kılmakta. Maddi doyum sağlanmakta, fakat ruhsal doyumda büyük bir boşluk yaşanmakta. Oysa, modern insanın unuttuğu bir şey var, oda ölüm, yaşadığı hayat sonsuz değil. Bunu ara sıra hatırlasak hiçte fena olmaz.

   Hırsların, bir kaç ev almak için tükettiğimiz yılların, başvurduğumuz yalan-dolanın, ruhumuzu sattığımız makamların, kula kul olduğumuz ?Toplumdaki maddi ilişkiler tarafından, özellikle üretim ilişkileri tarafından koşullanan, belirli sınıf çıkarlarını dile getiren ve insanın, düşüncesini, duygularını ve eylemlerini etkileyip, kendi doğrultusunda görüşler ve değer yargıları yaratmaya ve davranış normları koymaya yönelik toplumsal-politik, felsefi, dinsel, sanatsal, hukuksal, ahlaksal? vb. ? fikirler sistemine, ideolojik değerlere, körü körüne bağlı olmanın değersizliğini hatırlatır diye düşünüyorum. Çünkü, hiç birir şey olmamış gibi davranmak ,farkında olmadan insanları robotlaştırıyor, rutinleştiriyor.

Nedense, her şeyin boş olduğu sanrısı ölüm törenlerden sonra konuşuluyor. Ertesi gün, hiç bir şey olmamış gibi, hiç ölmeyecekmişiz gibi devam ediyoruz yaşamaya kaldığımız yerden.

Bütün evren yaşam için dizayn edilmişken, insanların deforme olmuş hak, hukuk, adalet kavramlarının altında eziliyor olmaları, sıra kendine gelinceye kadar sesini çıkarmamaları ne kadar ilginç. Her sabah, evinden çıkarken nereye gittiğini bilmeden bir işe giden, sevmediği işi yapan, sevmediği kişilerle yaşayan, egemen güçlerin yarattığı kapitalist düzenin devamı için; sermaye sahibi egemen sınıfa hizmet edenler var oldukça, ruhlar özgürleşmeyecek, kapitalist sistem çarklarını çevirmeye devam edecek

Ne zaman;

Ne kadar çok evin, yatların,katların olsa da, sadece birinde oturabileceğimizi anladığımız, beş tane arabamız da olsa aynı anda hepsini süremeyeceğimizi algıladığımız, milyarlık telefonlarımıza bir ?Özledim? mesajı gelmediğini fark ettiğimiz, sımsıkı sarılıp ta kokusunu içimize çekmediğimiz, endişelenecek dostumuz, sevgilimiz olmadığını fark ettiğimiz anda, kendimize çarpmadan, kendimizle yüzleşebiliriz.

Kaldı ki insan, kendinde ki yetersiz değerleri görebilmeli, kendine dayatılan doğmaları toplumun kendine biçtiği rolleri sorgulayabilmeli, yoksa, sadece ben özgürüm,mutluyum demekle bu iş olmuyor. İnsan, kendinde ki yetersiz değerleri görebilmeli, kendine dayatılan doğmaları toplumun kendine biçtiği rolleri sorgulayabilmeli yoksa sadece ben özgürüm demekle bu iş olmuyor.

Yaşama ve insana dair ne güzel bir düşünce, aşağıda ki alıntı

Öyle büyük şeylerde gözüm yok hiç,
küçük mutluluklar diliyorum; küçücük??
Bir çocuk saflığında gülüşler,
Islanmış çimenlerin kokusu,
Çimenlerdeki çıplak ayaklar,
Bahçedeki gül ağacı,mis kokulu çiçekler,
Gıcırdayan salıncak,
Çocukken oynadığımız oyunlar tadında sımsıkı sarılışlar,
Ruhumuza dokunan şarkılar,
Akordu bozulmayan bir yaşam bestesi,
Maskelerden arınmış yüzler,
Sımsıcak kahkahalar,
Çatılmayan kaşlar,
Gün doğumları,
Hepsi bu?!

Alıntı

Evet, doğanın döngüsünde ?zafer veya yenilgi? diye bir şey yok, yalnızca devinim var ve yeni gün doğumları, hepsi bu..

Düşünmeyi, düşündüğünü ifade etmeyi, farklı düşünceleri dinlemeyi , gerektiğinde uygun bir biçimde itiraz etmeyi, sorgulamayı olanaklı hale getirerek, özgür bir birey olmanın yollarını açarak, kollarımızla, yaşamı ve içindekileri kucaklamalıyız.
Bu kucaklamayı yapacak, sağlıklı düşünen, sevgi dolu çocuklar yetiştirmek bu dünyaya bırakabileceğimiz en büyük mirastır. Zihinleri bulanık, sevgi kanalları boş, egoları tavan, bencil yetişen çocukların,insanlarla gönül bağları hep eksik olacaktır.
Varlığının tanımını; yemek içmek,eğlenme olarak algılayan bir bilincin sağlıklı bir yaşam felsefesi de olmaz.
Kendini dürüstçe ifade edebilenler, yaşadığı dünyaya değer kata bilenler, ilim ve bilim yolunda üretenler kendilerinden söz etsinler.

Bunun yanında, şiddet, egemen olanın, bildiğini okuma ve okutma trajedisi o kadar uzun zamandır devam etmekteki, bunca telaşın, şaşkınlığın dip yaptığı insan coğrafyasında, yine insan kalbinin kendisiyle kavgası, yazılmaya değer tek şey gibi görünüyor.