YAŞAR GELER


KANİŞ, ALOŞ VE DİĞERLERİ

Oldum olası korkarım köpeklerden...


   Oldum olası korkarım köpeklerden. Çocukluğumda yaşadığım bir an, yıllar geçmesine rağmen hala beni onlara yakınlaştıramadı. Korku da sevgi de insanların kalbine, beynine işler. Ya o sevgiyle ya da o korkuyla büyürsünüz. Hayatın gerçekleridir bunlar. Hiçbir güç seni gerçeklerden ve yaşadıklarından arındıramaz.

     Henüz altı yedi yaşlarında bir çocuktum. Kuzenim olan, benden yaşça çok büyük ve abi dediğim amcamın oğlu bizim evde kalıyordu. Aslında okul hayatı bitmiş, öğretmen olmayı bekliyordu. O zamanda ilçemizin belediye başkanının kızı ile nişanlılardı. Yalnız Anadolu adetleri gereği, evlenmeden hiçbir kız nişanlısıyla buluşamaz ve görüşemezdi. Ancak mektupla yazışarak konuşma şansları vardı. Çünkü o yıllar telefon vb. araç-gereç de yoktu. Abim ne yapsın ki? Bir şekilde nişanlısı ile de iletişim kurmak istiyordu. İşte o zamanın modası mektuplaşma yöntemini çocuklar üzerinden yürütebiliyorlardı. Bu yöntemi daha sonra bende farklı şekilde kendim için kullanmıştım. Hani çok eski zamanlarda devlet işleri için eğitilmiş posta güvercinleri kullanılırdı ya, evet işte iletişim tam da o modeldi. Güvercin yerine çocuklar vardı. Mektup postacısı beni seçmişti abim. Ben, abimin verdiği mektubu alıyor, yengemin evine gidiyordum. Evde de kimseye hissettirmeden vermen gerekirdi mektubu. Yakalanırsan devlet sırrı açığa çıkar gibi itinayla yerine ulaştırmak önemliydi. Aslında herkes senin o eve neden gelmiş olduğunu biliyordu ama yine de bilmezmiş gibi davranırlardı.

Yengemlerin şöyle minicik kaniş bir bahçe köpekleri vardı. Aslında çok mu çok sevimli sevimli bir köpekti. Tam da beni baldırımdan ısırdığı ana kadar. Neyse bir gün yine mektup teslimi yapmak için yengemlerin evinin bahçesine girdiğim anda olanlar oldu. Kaniş köpek sanırım beni görünce sevinmiş olacak ki, üzerime doğru koşmaya başladı. Onun o hızla üzerime geldiğini görünce çocukluk refleksi ve korkusuyla eve doğru koşmaya başladım. Ama kaniş köpek benden daha hızlı tabi ki! Beni durdurmak isteğiyle mi, evi korumak isteğiyle mi anlayamadığım bir durumdan üzerime atıldı ve beni baldırımdan ısırdı. Sesi duyan ev halkı hemen koşarak bahçeye çıktılar ve beni içeri aldılar. Yengemin abisi alaycı bir sırıtmayla bana baktı ve ?´ aaa postacımızı kaniş mi ısırdı ?´´  diyerek söylendi. Yıllar geçmesine rağmen o alaycı ve suratı hala gözümün önünden gitmiyor. Neyse durum böyle uzayıp gidiyor. O günden sonra köpeklerden hep korkar oldum ve korkum hala devam ediyor. O olaydan birkaç yıl sonra rahmetli babam bu kez bizim bahçeyi korusun diye, Aloş adında kocaman bir köpek aldı. Köpeğimiz hep bağlı olurdu. Ancak, akşamları tüm bahçeyi dolaşsın diye bağından açar serbest bırakır, kimseye zarar vermesin diye sabah tekrar bağlardı. Ben bizim o kendi köpeğimize bile korkudan yaklaşamazdım. Köpeğe yal verilecekse uzaktan atar kaçardım. Ya da farklı bir yemek verilecekse bir metre uzağından atardım.  Hâlbukiköpekler insanlara en sadık hayvanlardan birisidir. Hele sahiplerine canını yakmadığın sürece havlamazlar bile. Ama gel gör ki ?´korku cana kefalettir ya´´ yerleşti mi bir daha kolay kolay dışarı çıkmazmış. İşte benimki de öyle bir şey.

     Şimdilerde mahalle halkının bir bölümünün, daha doğrusu yakın olan insanların yürüyüş, spor ve sohbet yaptıkları bir park var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi yapmıştı. E-5 otoyolu kıyısında yemyeşil ve çeşitli ağaçlarla kaplı bir alan. İçerisinde de çok güzel bir yürüyüş yolu vardır. Zaman zaman oraya iner yürüyüşümüzü yapar evimize döneriz.

-Orası bir huzur alanıdır: İnsanlar oraya iner, yemyeşil çimlerin üzerinde oturur çevreyi seyreder. Kafasını dağıtır ya da toplar. Yani kısaca huzur bulurlar.                                                                                                            -Orası bir eğlence merkezidir: Bir takım insanlar çeşitli yiyecek ve içeceklerini getirir, sandalye ya da taburelerini açar çember oluşturur grup halinde şarkı türküler söyleyerek eğlenmeye çalışırlar.-Orası bir hayvan barınağıdır: Toprak altındaki solucanından- kurdundan, toprak üstündeki kedisine-köpeğine, gökte uçan kuşuna kadar hepsini bağrına basar. Çünkü o hayvanların tamamı oradan beslenir, nefeslenir, gölgelenir ve sevgi görürler.-Orası bir kafedir: Evi yakın olan insanlar halı ya da kilimlerini açar, getirdikleri çayı, kahvesi, meyvesi ya da yemeği ne varsa orada yer içerler. Çoluk çocukları koşar oynar, bisiklet biner, hayvanları severler.-Orası spor salonudur: Belediyenin yerleştirdiği onlarca spor aletleri vardır. İnsanlar onların her birini sırasıyla kullanmaya çalışırlar.  -Orası bir yürüyüş parkurudur: Özel yürüyüş yolunda kadın, erkek, genç, yaşlı, çoluk, çocuk korkmadan çekinmeden yürüyüşlerini rahatça yaparlar.-Orası bir nefes alma yeri, oksijen kaynağıdır: Birçok insan hiçbir şey yapmaz, sadece orada çimlerde oturur çevreyi seyreder, nefes alır. Çam ağaçlarının yaymış olduğu oksijeni depolarlar.

     Şimdi gelelim asıl konuya ve o parkın sürekli müşterilerine, yani köpeklerine. Aslında orada beş altı tane kulağı küpeli, yani veteriner kontrollü köpekler var. Hepsi de birbirinden güzel, sevimli ve cana yakın. Hani demiştim ya ben çok korkarım köpeklerden diye. Evet, o korkum bu köpekleri görünce de devam ediyor. Köpek yanımdan geçtiğinde bile tüylerim diken diken oluyor. Sanırım o korkuyu yaşayan sadece ben değilim. Benim dışımda da korkan birçok insan olduğunu fark ettim. Çünkü yürüyüş yolundayken köpekte ritmik olarak sana ayak uydurmaya çalışarak yanında yürümek istiyor. Daha köpek sana yönelmeden en az beş metre öteden çimlerin üzerinden dolaşan insanlar görüyorum. Ben her ne kadar erkekliğe laf getirmeden yanından geçsem de hep içim ürperiyor. Bu gün yine yürüyüş parkurunda yürürken sevimli biraz kahverengi alaca benekli parkın müdavimi köpek takıldı yanıma. Ben bir yandan korkar ve sıkıştığında tabana kuvvet kaçacak halde yürürken o masum köpeğin adımlarını bana uydurmaya çalışır olduğunu fark ettim. Belki birçok insanın gösteremeyeceği bir refleksi göstermeye çalışarak benimle uygun adım yürümeye gayret ediyordu. Bir yandan göz ucumla onu ve hareketlerini izlemeye çalışıyor, bir yandan da yürüyüşümü ısırılmadan tamamlama gayretini göstermeye çalışıyordum. Ben biraz yavaş adımlarla yürümeye çalışırken onun hızlandığını fark ettim. Birkaç metre ileride bir kadın yürüyüş yoluna girecekti. Onu görmüş olacak ki hızlandı ve kadının yanında durdu. Kadın hiç tereddüt etmeden hemen başını okşamaya başladı. Kadın başını okşadıkça o da kadına sürtünmeye başladı. Belli ki ilgi ve sevgi onu mutlu etmişti. Tabi ne yapsın ki benim gibi korkak ve tırsak bir adamı. Ne sevgi gösterebiliyor, ne de şefkatle dokunarak bir kelime edemiyordum sonuçta.

     Şunu anlıyor insan; şiddetten şiddet, sevgiden de sevgi doğar. Özellikle hayvanlar bence insanlardan daha akıllı, daha zeki ve daha sempatikler. Yeter ki onlara gereken ilgiyi gösterin. İnsanların olduğu gibi doğada var her canlının yaşama hakkı olduğunu, sevmek ve sevilmenin de her canlının hakkı olduğunu unutmamak gerek. Bu hikâyeden çıkaracağımız sonuç; korkuları yenmek için korkuların üzerine gitmek gerek. Korku yerine sevgi ve sempatiyi barındırmak gerek. Ön yargılarla davranmamak gerek. Ön yargılarımızı yıktığımız zaman, her şeyin normale döndüğünü, huzurun ve mutluluğun geldiğini göreceğiz