CEMAL ŞAFAK


HANİ BİZ AYNI GEMİDEYDİK

BEN-SEN


                                  HANİ BİZ AYNI GEMİDEYDİK?

Ben, bebekliğimde saçta kavrulmuş ince tarla toprağına belenip, hamur teknesinde uyutulmak için isli tavanlara asılırken,

Sen, Avrupa’nın bilmem hangi ülkesinden özel siparişle getirtilen krem ve pudralarla, hassas koruma bezlerine ve pamuklara sarılıp, altın yaldızlı beşiklerde uyku çekiyordun.

Ben, geceleri toprak damlı evimizin tavanından dökülen kurumdan zehirlenirken,

Sen, tavanında fosforlu yıldızların yapıştırıldığı sahte bir gökyüzü kuşağında rüya görüyordun.

Ben, kar boran içinde çarıklı ayakları ve çatlak dudaklarıyla yarı beline kadar donmuş halde okuluma, altmış kişilik sınıfıma ulaşmaya çalışırken,

Sen, kapına kadar gelen özel servis araçlarıyla bilmem hangi özel kolejlerdeki 10-15 kişilik konforlu sınıflarda, bacak bacak üstünde atıp sözde ders takip ediyordun.

Ben, üniversite kazanmak için sabahlara kadar göz nuru akıtırken,

Sen, kim bilir hangi karanlık ruhlu yapılarla birlikte soruları çalıp geleceğime zehir katıyordun.

Ben, yoksulluk içinde kara ekmeğin içine beyaz ekmeği katık edip karnımı doyururken,

Sen, özel hizmetçilerin hazırladığı yağlı ballı kahvaltı sofralarında göbeğini şişiriyordun.

Ben, sabahın kör karanlığında kalkıp kış tedariki için tarlada, çayırda tırpan sallarken,

Sen, sabahlara kadar eğlence alemine dalıp, sonra da akşamlara kadar yatağında uyku çekiyordun.

Ben, vatani görev için kuş uçmaz kervan geçmez yörelerde canım pahasına nöbet tutarken,

Sen,  ödediğin bedel sonrasında sosyete partilerinde şampanya yudumluyordun.

Ben, Ağustos’un bunaltıcı sıcağında hayvanlarımıza bir yığın ot, sap biçmek için çayırlarda, tarlalarda kavrulurken,

Sen, kim bilir hangi özel plajlarda boylu boyunca yağlanıp bronzlaşıyordun.

Ben, üç kuruş ekmek parası için yazılı ve sözlü sınavlarda kalbini ve gönlünü siyasete kaptırmış ruhsuzlara cevap yetiştirmeye çalışırken,

Sen, hak etmediğin makam koltuklarına emeksiz ve bilgisiz şekilde kurulup, oradan insanımıza sırıtarak caka satıyordun.

Ben, bizim olan tarın, sazın, kavalın, gönül telimi titreten nağmelerinde hüzünlenirken,

Sen, evrensel müzik safsatasıyla cek cuklu ritimlerde tepiniyordun.

Ben, ülkemin taze fidanlarını aydınlatmak, bu toprağın gerçek sahiplerinin bilgilerini artırmak için gecemi gündüzüme katarken,

Sen, kendini refah ülkelerinden birine kapağı atmak için maddeye tapan insancıklara sahte gülücükler dağıtıp işini yürütmeye çalışıyordun.

Hani biz aynı gemideydik?

“Seninkisi can da benimkisi patlıcan mı?” diyeceğim ama patlıcan da alınacak fiyatta değil ki…!