CEMAL ŞAFAK


BİR YANIM OTANDA KALDI

TÜRKİSTAN


BİR YANIM OTANDA* KALDI

Aradan kaç yıl geçmiş...Belki de 20 yıl. Yolda nefes nefese koşarak arkanızdan gelen birilerinin seslenişleri sizleri hem şaşkın bir hale dönüştürür ya da ayağınızı yerden keser gibi sevince boğar. Son bir aydır hemen hergün aynı duyguyu yaşıyorum Türkistan topraklarında. Kimi “Ağay...!”, kimi “Ata...!”, kimi “Cemal Bey...!” İnanın çoğunun yüzünü dahi hatırlamıyorum. Sadece gözlerindeki samimi bakış, yüzlerindeki gerçek tebessüm ve konuşmalarındaki sıcacık muhabbet her şeyi ama her şeyi hatırlatan hareketler...

1994 yılında bu topraklara ayak basmıştım. O yıllardaki çocuksu neş’em hiç kaybolmamış desem inanın yeridir. İnsanın yaşı ne olursa olsun etrafını sarıp sarmalayan sevgi çemberi yılları da unutturuyor, zamanı da... İşte o yıllarda kaleme aldığım duygularım yine aynı tazeliğinde... Yine aynı saflığında... Ne demişim o yıllarda:

“İnsanlar…Kazakistan insanları…Benim ruh birliği, gönül birliği içinde olduğum Kazak insanları… Suskunluğunda asalet, bakışında asalet, sofrasında asalet taşıyan yürekli insanlar. Toprağın rengini, toprağın kokusunu ve de toprağın aşkını ruh derinliklerinde taşıyan bu insanlarla her gün taze bir heyecan içinde yaşamak ve yaşarken de çalışmak mutlulukların en anlamlısı oldu benim için. Ne, sadece dış kapısı olan ve beş arkadaşımızla battaniyelere sarınarak sırlarımızı paylaştığımız soğuk evimiz, ne, yattığımızda yayları yerlere yapışan demir karyolamız ve ne de soğuk kış sabahlarında bir saat duraklarda derse gitmek için dolmuş beklediğimiz günler bizlerin heyecanını eksiltmedi. Od içinde değil sanki buz içinde döne döne piştik gönüldaşlarımızla.”

Hiç ama hiç bir olumsuzluk duygusu taşımadan bu yüreği sevgi dolu insanların açık kalpleri önünde yine saygıyla eğiliyor, onları tanıdığım, onlara hizmet ettiğim, onların topraklarındaki havayı teneffüs edip suyunu içtiğim için kendimi gerçekten bahtiyar hissediyorum.

Hazır yeri gelmişken bir korkumu da bu satırlar arasında dillendirmek istiyorum. Malum, özellikle şehirleşme ve bayındırlık zaman içerisinde hız kesmeden devam ediyor. Bu topraklarda da bu gelişmeye bire bir şahitlik ediyoruz.  Ancak manevi mekan olarak kabul ettiğimiz bazı ortak mekanların bu acımasız betonlaşma yüzünden hem fiziki ve hem de ruhsal yönden büyük bir değişime uğradığını farkediyoruz. Bundan 30 yıl kadar önce Türkistan’ın hangi yöresinden, dışarıdan hangi yönden bakarsanız bakın Ahmet Yesevi Türbesi bütün ihtişamı ile farkedilir ve bizlerin ve dışardan gelenlerin manevi dünyalarında tarifsiz bir mutluluk verirdi. Özellikle Çimkent yönünden gelip İkan ve Intımak yerleşim yerlerinden Türkistan’ı seyrettiğinizde (ki bu mesafe yaklaşık 15 km.) ilk gözünüze çarpan Türk ve müslüman aleminin manevi dünyasını şekillendiren Ahmet Yesevi Türbesinin ihtişamlı görüntüsü sizi karşılar, daha Türkistan’a ilk adım attığınızda bu huzur ortamında kendinizi bulurdunuz. Şimdilerde öyle bir betonlaşma almış yürümüş ki değil Türbeyi görmek 500 metre ötedeki ağaçları bile farkedemiyorsunuz. “Beton ruhu boğmuş.” desem galiba doğru tarif olsa gerek. Yüzyılların manevi bir hatırası olarak yüreğimizde yaşattığımız bu değerli mabedi bütün ihtişamı ile gelecek nesillere aktarmak en büyük manevi borcumuz olsa gerek.

Sözlerimi büyük Kazak şairi Mağcan Cumabay’ın aşağıdaki dörtlüğü ile tamamlıyor, yüreği Türkistan sevgisiyle atan herkese selam ve saygılarımı iletiyorum.

 

TÜRKİSTAN

Türkistan eki düniye esigi ġoy, - Türkistan iki dünyanın kapısıdır,  

Türkistan er Türiktiñ besigi ġoy, - Türkistan yiğit Türkün beşiğidir,  

Tamaşa Türkistanday jerde tuvġan, - Güzel Türkistan gibi yerde doğan,  

Türiktiñ Täñiri bergen näsibi ġoy. - Türk’e Tanrının verdiği nasibidir.

 

* Otan: Vatan