www.cildirgoyce.com

SİNAN KARAÇAY


AVRUPA BİRLİĞİNE GÜLE GÜLE

25 Mart 1957 yılında...


    25 Mart 1957 yılında kurulan Avrupa Birliği o zamanki adı ile Avrupa Ekonomik Teşkilatı (AET) ile olan münasebetimiz 31 Temmuz 1959 ?da müracaat etmemiz ile başlamış 12 Eylül 1963 tarihinde müracaatımızın kabulü ile resmiyet kazanmıştır. 58 senedir devam eden bu süreç inişli, çıkışlı grafiklerle sürüp gitmiştir. Bu uzun soluklu müracaat serüvenimizde bizden sonra müracaat eden 21 ülke tam üyelik statüsü kazanmış ancak Türkiye´nin adaylık süreci halen devam etmektedir. AB´nin üye olmaya aday ilk ve tek Müslüman ülkesi olan Türkiye 58 yıllık hayali gerçek olacak diye oradan, oraya savrulup durmuştur. 
    Birlik evvela ekonomik kaygılar ile kurulmuş ardından giderek reel ekonomik değerlerden ziyade siyasi ikbale dair kaygı ve beklentiler ile yön bulan bir topluluk haline gelmiştir. Ekonomiden çok siyasi ve güvenlik ile ilgili konularda faaliyet göstermeye başlamış ve bu nedenle ekonomik aktörlükten siyasi aktörlüğe doğru yol almıştır. 
   Kurulduğu yıllarda aldığı kararlar ve yaptığı hamleler ile üyelerine kazan, kazan prensibi ile büyük kazanımlar elde ettiren birlik belli bir dönemden sonra kendi içerisinde tartışılır hale gelmeye başlamıştır. Bunun nedeni ise ana gayesi olan ticaret yapabilirlikten hızla kayarak siyaset ve strateji yapan bir yapıya bürünmesi olmuştur. Birçok ülkede varlığını sürdüren gizli ve illegal örgütler ile samimi bağlar kurması, siyasal operasyonların arkasında olması ve perde arkasından birçok devletleri yönetme isteği birliği giderek rotasından çıkartmıştır. Birlik en başta ortaya koyduğu reel ve kesin kurallarını sürekli esnetmiş ekonomik ve siyasi yapı olarak ana sözleşme metnindeki hiçbir kritere uymayan ülkeleri sadece dini ve jeopolitik aktörlük kaygıları nedeni ile birliğe üye yapmıştır. Bunlara en büyük örnekler Bulgaristan, Yunanistan ve Güney Kıbrıs´tır. 
     Hal böyle olunca kurucu ve lokomotif devletlerin sırtına bu yetersiz ekonomik gücü olan devletlerin yükleri yüklenmiş ve adeta bu ülkeler sırtta taşınan faydasız yükler olmuştur. Birliğin bu lokomotif ülkelerinde ise zamanla bu gereksiz ve ağır yüklerin gerekliliği tartışılmış ve nihayetinde İngiltere yaptığı halk oylaması ile bu yükü sırtından atmaya karar vermiştir. Sırada ise İtalya bulunmaktadır ve 4 Aralık 2016 da yapacağı oylama ile büyük ihtimalle İtalya da ben yokum diyecektir. 
     Gelelim genelden özele yani Türkiye´nin durumuna elbette Avrupa Birliğine katılım sürecinde ülkemize demokratik birçok katılım sağladığını kabul etmeliyiz. Ancak birlik kattığından daha fazlasını istemek gibi ciddi bir hastalığa tutulmuştur. Yaptıkları, söylemeleri ve eylemleri ile adeta ipe un sermekte ve Türkiye´nin enerjisini boşa tüketmektedir. Din ve Milliyet eksenli faşizme varan duygularını artık eskisi kadar bastıramamakta hatta alenen haykırır duruma gelmektedir. Türkiye ve Ortadoğu´da adeta kendisinin kullanabileceği terör ve terör siyasetinin argümanlarına açık destek vermekte üstelik bunu demokrasi, çağdaşlık ve insan hakları gibi hiçbir suiistimale uğramaması gereken konuları suiistimal ederek yapmaktadır. 
      Durum çok kesin ve nettir ki; Başta ekonomik işbirliği gayesi ve reel değerler üzerine inşa edilen AB yapısı katı Hristiyanlık ve Ağır Siyasi Aktörlük sevdası ve kaygısı ile yönetilmektedir ve Boyun eğmeyen, biat etmeyen Türkiye´ye bu birlikte yer yoktur. Israrla AB´ye gireceğiz demek ise boşa kürek çekmek ve zaman kaybından öte bir şey değildir. Demokratik ve Çağdaş kazanımlara ara vermeden, evrensel değerlere bağlı kalarak reformlara devam edilmeli ve AB´ye 58 yıllık bekleme süresini daha fazla uzatmadan güle, güle denilmelidir.