Olcay Kasımoğlu


At gözlüğüyle bakmak

Dünyanın her yerinde olduğu...


  Dünyanın her yerinde olduğu gibi, ön yargıların, cehaletin, baskının, ağır sosyo-ekonomik eşitsizliklerin, insan haklarındaki yetersizliklerin kol gezdiği günümüzde  ?hak edilmemiş üstünlük duygusu ve kibirle? insanlar, dünyaya at gözlüğüyle bakmaya başladı.

Bunca çelişkinin, yetersizliklerin kol gezdiği dünya da;

İnsanların pencereleri vardır, hayata bakan.

?Hayattan ne anlıyorsa insan, o kadar geniş, o kadar ferah, o kadar huzur vericidir; penceresinden evine sızan.

Pencereler vardır, insanın kendisine bakar. Ne kadar derinse duruşu, ne kadar özgürse ruhu, ne kadar güzel görebiliyorsa; o kadar geniş, o kadar uçsuz bucaksız, o kadar güzeldir manzarası. Yüzeyselse, ancak karşı apartmandaki insanı görüp durur, penceresini her açtığında.?

Birde öyle pencereler vardır ki açılmaz; sadece seyredersiniz, koklayamazsınız, işitemezsiniz, elinizi uzatıp dokunuyor gibi hissedemezsiniz.

Bütün bunların sonucunda kendi hapishanelerini yaratmış mutsuz bir çoğunluk görürüz. Her tarafta kan ve gözyaşı vardır.  Şiddetin dilini kullanıp, ölümü beklermiş gibi büyük bir yavanlıkla günlerimizi geçirmeye başlarız.

Paramız pulumuz, malımız mülkümüz olsa da, olmasa da yoksul ve yoksun olduğumuzun ayırdında bile değiliz.

Ne oldu da insanoğlu bu kadar bencilce yalnızlaştı diye serzenişlerin içerisinde kendimizi buluruz. Teknolojinin bu kadar gelişme kaydettiği bir çağda, neden  insanların yüzü asık, kalpleri kırık, ruhları üşüyor diye, söylenip dururuz.

İnsanlar kendi olmayı bıraktılar, başkalarını oynuyorlar, başka biri olmaya çalışıyorlar. Sevmedikleri insanlarla  bir arada bir ömür tüketiyorlar. Suskun duvarlar arasında ruhlar acı çekiyor. Bir yaşam telaşı almış başını gidiyor. Bitimli ömre ölüm yokmuş gibi, fanı dünyaya yeni fermanlar yazıyorlar.

Sevmedikleri işlerde çalışıyorlar. Daha çok para kazanma hırsı insanların öncelikleri arasında yer almaya başladı.

Başkalarının dayattığı kurallara ve değerlere göre yaşıyoruz. Yalanları  sorgulamadan kabul ettikçe  içimizdeki sızı ve yalnızlık daha da arttı. Her şeye sahip olmak için uğraştıkça,  hayatlarımıza sahip olundu. Düşlerimize birer birer el koydular. Her şeyin ucuz bir metaya dönüştürüldüğü, alınıp satıldığı bir ortamda sevgiyi, dostluğu, bilgiyi, güveni, içtenliği parayla satın almaya ve mutlu olmaya çalışıyoruz.

Kimse yuvasında değil, herkes başkasının kapısını çalmakta, başka hayatlarla avunmakta, hazıra konmayı amaç edinmekte. Hazır söylemlerle yaşama sarılmakta, ne olduğunu bilmeden kendine sunulan yaşam tarzlarını benimsemekte.

Bizi hep başkaları tanımladı, hangi mesleği yapacağımıza bizim adımıza karar verdiler. Kiminle evleneceğimize, hangi partiye oy vereceğimize, hangi takımı tutacağımıza, hep başkaları karar veriyor.

Sonuç: mutsuz, umutsuz, kuruntulu, endişeli, arabesk söylemler yaşamın merkezi olmaya başlıyor. En küçük bir yenilgide yelkenler fora oluyor.

Yaşamın doğasına aykırı sularda yüzüyoruz. İnsan doğasına uygun olmayan ne varsa onları işlemeye, işletmeye çalışıyoruz.

İnsanın özünü zehirliyoruz, başka biçimler veriyoruz, zorluyoruz, takii zehirleyene, zehirlenene kadar.

Bir çocuk ressam olmak  için doğduysa, o halde onun yapacağı doğru şey budur. Ona başka herhangi bir şey dayatacak kimse olmamalı. Bu dünya da, bir çocuğun kendisi olmasına izin verilir, her yönden destek olunur, yardım edilir ise, hiç kimse karışmazsa muhteşem, zeki bir dünya haline gelebilir.

Şayet bir çocuk bilim adamı olmak isterse bu iyi bir şey ve bu dünyanın bilim adamlarına  ihtiyacı vardır.  Çocuk bir şair olmak isterse iyidir. Duygu ve düşünceler,  bize kalan miras gibi yıllarla devredilir gelecek kuşaklara.

Bir başkan ya da başbakan olmaya, müdür, şef  olmaya ihtiyaç yoktur.  Aslında çok daha az insan bu tip hedeflerle ilgilenecek; bu bir kutsanmışlık olacak.

Dönüp baktığımızda öğretmen olmak isteyen doktor olmuştur; doktor olmak isteyen birisi öğretmen  olmuştur.  Herkes başkasının işini yapıyor. Kendine uymayan kalıpların içerisinde acı çekiyor, günü bitirmeye çalışıyor, gün sayıyor, emekli olmanın düşüyle bir ömür heba ediyor. Hırsların çemberinde ruhunu zehirliyor. Oysa yaşamın bize çizdiği yol özgürlük ve güzelliklerle dolu olabilir

Bilincinin güzelliğini ve yaşamının değerinin sürekliliğini korumak isteyen insan, önce kendini öğrenmeye ve organize etmeye, ardından da hayatı tanımaya ve olumlamaya özen göstermelidir. Bunlar için ise sıkça kalbin ve beynin kapısını tıklatmak gerektiğini unutmamak gerekiyor.

İnsanlar  bunu bir kez görmeye başlasa, tercihlerinin yönü muhakkak değişecek. Biz ne yapıyoruz; öğrendikçe bencilleşip, az hissediyoruz.

Yıllar öncesinden adeta bugüne seslenmiş ?Şarlo? olarak sevdiğimiz Charlie Chaplin?

?Hayatın bize çizdiği yol, özgürlük ve güzelliklerle dolu olabilir, ama biz bu yolu yitirdik. Hırs insanların ruhunu zehirledi, dünyayı bir nefret çemberine aldı. Hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve savaşların içine sürükledi. Hızımızı artırdık, ama bunun tutsağı olduk. Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı. Edindiğimiz bilgiler bizi çıkarcı yaptı, zekamızı da katı ve acımasız. Çok düşünüyoruz, ama az hissediyoruz. Makineleşmeden çok insanlığa, zekadan çok iyilik ve anlayışa gereksinmemiz var. İnsancıl değerlerimizi koruyamazsak hayat korkunç olur, hep yitiririz. Siz insanlar güçlüsünüz. Makineleri yapacak güç sizdedir. Bu hayatı, olağanüstü bir mutluluk serüvenine çevirecek olan yine sizlersiniz.?

Ne olursa olsun, yaşımız kaça vurursa vursun kendimizle barışık değilsek, hiç bir şeyden zevk almayız, yaşamayı bilmek bir kültürdür.

Ve sanat: insan yaşamı ile bütünleşen saygıdır, hoşgörüdür, güzelliktir, insan ve doğa sevgisidir, çevreciliktir. İyilik, güzellik, doğruluktur. Çünkü sanat insanın benliğini geliştirir, duygularını yüceltir, eğitir, ruhunu esenliğe ve diriliğe kavuşturur.

Bugün binlerce insan eğlence değince akıllarına ilk önce para geliyor. Para olmadan nasıl eğleneceğiz deniliyor. Öyle bir algı oluşturulmuş ki, yaşamak para olmadan mümkün değilmiş gibi!

Oysa bir sürü sanatsal etkinlikler bedava, çok cüzi bir bütçeyle sinemaya, tiyatroya gitmek mümkün.

Manzara seyretmek, kuşların sesini dinlemek, güneşin doğuşuna şahitlik etmek, gece yıldızlarla oynaşıp hoş beş etmek bedava. Dostlarla bir çay içip, sohbet etmek, birine iyi davranmak, gülümsemek bedava.

Güneşin, rüzgarın, denizin, sanatın, sevginin fiyatı yok.

Keşke kötü gün parası diye biriktirdiğiniz o gayrimenkuller, bankadaki kabarık hesaplarınız kadar olmasa da, yaşama aşkla, sevgiyle dokunsak, mutlu anılar biriktirsek.  İçimizde kalmayan ukdeler, cıvıl cıvıl bir yaşam dökülse eteklerimizden.

Bunlara sahip olmak ancak kültürle mümkündür. Para kazanmaya emek verdiğimiz kadar kültür edinmeye de emek verelim.

Kültür: yaşam tarzı, dil, düşünce ve duygu birikimidir.

Bilgilerden, inançlardan, sanattan, ahlaktan ve insanın toplum içinde yaşaması nedeniyle edindiği bütün diğer yetenek ve alışkanlıklardan oluşan bir bütündür.

Yaşamını kültüre çevirmemiş, farkındalık yaratmamış insanların isyan söylemleri vardır.

Hayatımı sana harcadım, senin için saçımı süpürge ettim. Bu söylemlerinden kurtulup, seninle yaşamak ne büyük lezzet  diyebilsek, yaşama dair tercihlerimizi kendimiz belirlesek, hayatımıza sahip çıksak, daha güzel ve anlamlı olmaz mı bu dünya?

Bu çocuklarımız için  olsun, sevdiklerimiz için  olsun, hiç kimse, yaşamını acıya, kedere boğarak feda etmesin kendini.. Bunun adı  sevgiye adanmışlık da değil.

Mutsuz çoğunluklara dönüp baktığımızda bunu açık ve net görmekteyiz.

Sürekli şikâyet edenlerin dünyasın da hayat, şimdiki zamana indirgenir ve kişi kendisini ve diğerlerini değerli görmekten vazgeçer.

Sosyal ilişki seviyesi minimuma iner, kişiler umutsuz ve yönünü kaybetmiş gibi hissederler.

Doyumlu ve dingin  insan ise özünü tanıyan ve onun gerektirdiği şekilde davranan kişidir. Bu sayede diğer insanların ve doğanında ruhuna önem verir; gerekli olanı yapar ve olayları izlemekle kalmaz, onlara katılır, içselleştirir. Gürültü patırtının ortasında sükûnetle dolaşıp; sessizliğin içinde huzur bulur.