FERDİ GÜNGÖR


Aslında hepimiz koyunuz!

Siyasi yazılarıma artık bir son veriyorum. Yok, gerçekten de son veriyorum: Yeniden hoşgeldin bilim!


Aslında hepimiz koyunuz!

Biliyorum, bu ben değilim. Sürekli siyasi yazılar yazıyorum ancak gerçekte beni yakından tanıyanlar da bilecektir ki, bu kesinlikle ben değilim. Benim asıl amacım kişisel gelişim, toplumsal gelişim; bilim... Benim asıl amacım, toplumsal uzlaşı... Ancak kimi zaman poüler kültüre biz de yenik düşüyoruz ve "Eee, ne oldu Ferdi? Korktun mu?" eleştirilerine muhatap olmamak adına siyasetin içine dalıyoruz. Oysa bu sırada bilim adına kaçırdığımız bir çok değişim büyük bir süratle ilerliyor. 

Bu yazımda artık kendi kendime de bir "Dur" demek istiyorum. Özellikle toplumsal konulardaki değişimlerimizi yerel ve küresel anlamda ele alarak, geleceğe yönelik daha güçlü tahminlerde bulunmak istiyorum. Sosyoloji ve psikoloji konularındaki kişisel gelişim ve tespitlerimi daha fazla kamuoyundan gizleyemem...

Ne diyor yazı başlığımız: Aslında hepimiz koyunuz

Çocukluğumuzdan başlayalım...

Hatırlayın, 3-5 yaşlarımızdaki hallerimizi... Bizleri bir küçük çikolata parçasıyla ne çok insan kandırabilirdi, değil mi? Belki de kandırdı da... Başardı da... Ancak eğer bir anne ve bir baba ile yaşama olanağı bulan; yoksa da en azından bir "yazısız kültür" örneği olan "mahalle kültürümüzle" büyümüş isek, mutlak bu konudaki zaafımızın, normlarla ve söylemlerle ortadan kaldırılmaya çalışıldığına tanıklık etmişizdir:

- Yabancılarla konuşma!
- Birisi bir şey verirse, sakın alma!
- Kimsenin peşinden gitme!

Ancak bluğ çağı da denilen "teenager" dönemimizde bu tavsiyelere genelde başkaldırmışızdır. Çünkü yazımın başında da belirttiğim üzere "Korkuyor musun?" sözü asla bize göre değildir. "Biz Türklere göre değildir" demiyorum; evrensel bir tespit bu: İnsan olarak cesur olmamız her zaman bilinçaltımızın bize bir dayatmasıdır. Korkak bir insan olarak yaşama devam etmek hissi, beynimiz tarafından hemen reddedilen bir durumdur. Dahası, eğer korkak bir insan olarak yaşamak zorunda kalırsak ya da bunu tercih edersek, asla mutlu olmayız. Etrafımızı da asla mutlu edemeyiz. Mutlaka görüyorsunuzdur etrafınızda, şiddet gösteren ya da şiddet göstermeye meyilli bir ruh haliyle bağırıp-çağıran, küfreden insanları... Aslında tüm bunlar psikoloji biliminin bir tezi olarak: Korkak insanlardır. Neden ve neyden korktukları çoğunlukla ortaya çıkmaz. Belki alt beyinlerine ilettiklerinden neyden korktuklarını kendileri bile bilmez. Ancak gerçek odur ki, korkak insanlar şiddet gösterir ya da şiddet gösterebileceği yolunda hareketler sergiler. 

Ergenlik çağımızdaki başkaldırı, işte bu korkularımıza yöneliktir. Oysa bu korku yalnızca korkunun kendisine yönelik de değildir: Kimi zaman annemizin-babamızın üzülmesinden korkarız... Kimi zaman bizim yüzümüzden sevdiğimiz birinin incinmesinden korkarız... Kimi zaman bizden kaynaklı olmasa da çevresel faktörler nedeniyle sevdiklerimizin üzülmesinden korkarız... Bu noktada korku bir kimlik kazanır: Artık korku annemize, babamıza, sevgilimize, arkadaşımıza, mahallemize, sevdiklerimize yönelir. Korkumuz o olur.

Bakınız, iddia ediyorum, bugünkü aklı olduğunda asla korkmayacak milyarlarca insan vardır şu hayatta... Çünkü kişiselleştirdiği korkunun aslında "değmeyecek" olduğunu artık bilir. Geçmişte denemiştir çünkü: Değmemiştir.

Annesi-babası için endişelenen birisi, aslında kişiselleştirdiği korkuları nedeniyle boktan bir hayat yaşadığını bugün anlamıştır. Tersi, çocukları için kendisini perişan eden bir anne, bir baba da aynı düş kırıklığıyla, yok yere hayatını kendi kendine zindan ettiğini farketmiştir. Bu örneklerin türevlerini almak da mümkün: Din kardeşi için korkup, fedâkârlık yapanlar... Partidaşı, arkadaşı, hemşerisi... Korku, her kim ile kimlik bulmuşsa önünde sonunda aslında değmediği ortaya çıkmıştır. 

Peki, sonrası? Sonra ne olacaktır?

İşte başlıkta da yazdığım noktaya geliyoruz şimdi... Dinleyin:

Kişiselleştirdiği korkuların esaretinden kurtulamamış olan kişiler, eğer şu an bu yazımı okuyorlarsa, bilsinler ki hayatlarında pek bir şey değişmemiştir ve değişmeyecektir. Çünkü kişinin kendisinden başka asla ve hiçkimse onu iknâ edemez. O, bu korkularıyla son nefesine kadar yaşayacak ancak "Ne oluyor lan?" diye sorana kadar da hayatında pek bir şey değişmeyecektir. Hani, son 20-30 yılda meşhur olan bir söz var ya: "Koyun gibi..." diye. İşte ister koyun deyin, ister kuzu, ister koç... Onlar pek de istedikleri hayatı yaşayamadan son nefeslerini vereceklerdir. 

Ama...

Bu korkularını bir şekilde alt etmiş ve yaşadığı korkular nedeniyle de büyük pişmanlık duymuş insanlar... Hele gelin bir yanıma... Size anlatacaklarım var...

Siz bu noktaya kaç yaşınızda geldiniz bilemiyorum ama ben sanırım 7-8 yaşlarındaydım. O günden bu güne yani 42 yaşıma gelinceye kadar geçen süreçte ise korkularını yenmiş insanları gözlemlemeye başladım. Kimi zaman her bilim aşığının yaptığı gibi kendimi de denek olarak kullandım tabi... Kendi üzerimden de duygu durumumu ve değişkenlikleri ölçümlemeye çalıştım.

Şimdi güzel kardeşim, bu korkuların bitimi sonrası insan bir boşluğa düşüyor: Burası çok açık. Çünkü her kurtuluşta, her mutlulukta hayatın orada sabitleneceğini düşünüyorsun ama olmuyor: Hayat devam ediyor. Devam eden hayat içerisindeki değişkenler ise sürekli senin mutluluğu yaşama-hazmetme sürecini hızlandırıp, afedersin piç gibi seni ortada bırakıyor. Hayata yetişemiyorsun. Üstelik bunu komplike hale, karmaşık hale getirmek için de elinden geleni yapıyorsun:

- Evleniyorsun
- Boşanıyorsun
- Çocuk sahibi oluyorsun
- İş değiştiriyorsun
- Taşınıyorsun
- Yaşlanıyorsun

Yani bir durduğun yerde durmuyorsun...

Böyle olunca da ne yazık ki, kendini, hani o eski korkularını yenmiş muzaffer bir komutan gibi değil de kıçının altında 1 metrelik tahta parçasıyla koca okyanusta tek başına kalmış bir bedevi gibi hissediyorsun. Böye olunca da hem daha çok hata yapıyor, hem de bu hataları yorumlamak/anlamak/telafi etmek için çabalarken, yaşlanıyorsun.

Peki, o anda neyi farkediyorsun?

Parasız olduğunu...

E, neden parasızsın?

Çünkü korkularını yenmeden önce de yendikten sonra da anlıyorsun ki, hayatta her şeye değer vermişsin de bir tek paraya vermemişsin: Dostluk demişsin; sevgi, aşk, tutku, paylaşım, arkadaşlık... Allah demişsin, Muhammed demişsin... Yani aslında korkularını kişiselleştirdiğini ve sonrasında da yendiğini sansan da aslında sen hep kendinden korkmuşsun: "Ya ben de hırsız-uğursuz, şerefsiz, haysiyetsiz, karaktersiz bir adam olursam?". Hayatın boyunca bu korkuyla yaşamışsın.

Bu nedenle de tıpkı korkusunu yenemeyen koyun gibi sen de ben de maalesef yaşam boyu bir "koyun" olarak yaşayacağız.

Yani aslında hepimiz koyunuz...

Sadece cinslerimiz farklı: Kimimiz Karaman koyunu, kimimiz Hemşin koyunu... Kimimiz Kıvırcık, kimimiz Karakaya... 

En önemlisi de şu sanırım: Kimimiz karakterli koyun, kimimiz de karaktersiz. 

Sanırım benim gibi bazılarımız, şimdiye kadar hep karaktersiz olmaktansa parasız kalmayı yeğledik.

Bundan sonra da yeğleyeceğiz...

Meeeeeee!!!