CEMAL ŞAFAK


ASIL YANAN NE?

İçimizde yanan ateş


                                            ASIL YANAN NE?!
            İçimize ateş düşüren ülkemizdeki yangınlarla ilgili birçok yazı okudum. Birçok konuşma ve röportaj dinledim. Hepsinden de bir takım bilgiler edindim ama gelin görün ki aşağıda sizlerle paylaşacağım Selcen Taşçı’nın Yeniçağ Gazetesindeki yazısı kadar  etkilendiğim, duygularımın tavan yaptığı satırlara rastlamadım.… Yazar, içimizden, zihnimizden ve gönlümüzden geçenleri bir nakış gibi yüreğimize nakşedip duygularımızı depreştirmiş. Okurken bizim de cayır cayır yandığımız satırlar. Hani bazı yazılar vardır ya okuduklarımızın acısı ve feryadı bir yangın gibi içimizde cayır cayır yanar. Aşağıdaki satırlar da öyle işte. Her sözün, her kelimenin beynimizi, duygumuzu, özümüzü köze dönüştürdüğü satırlar… Bir ormanın, bir tarlanın, bir meranın, bir ocağın alevleri arasında kalıp da çığlıklarla can çekişen hatıraların nasıl kül olduğunu buruk bir hüzün, çaresizliğin vermiş olduğu bir duygu seli içinde kavrulduğunu hissederek okumak ne zor durum. Sabır mı? Yok buna sabır ne eylesin. Kahreden bir gerçeğin alevli bir sayfası o kadar.

        Okuyun, anlayacak ve siz de yanacaksınız…!

“Evinizin bir köşesinde belki yıllardır duran bir fotoğrafa takıldığında gözleriniz; neler hissettiğinizi düşünün…

Bir cüzdan içinde, kitap arasında, çekmece kenarında unutulmuş bir fotoğrafı yeniden elinize aldığınız gün gittiğiniz zamanları…

Lise yıllığınızı okurken yüzünüze yerleşen tebessümü…

Anneannenizin yaptırdığı bebeklik yorganınıza sarılırken içinize dolan huzuru…

Çocuğunuzu özlediğinizde kokladığınız bebeklik zıbınlarının sakinleştirici etkisini…

Bir anda alevler arasında kalan o evlerde bunlar yandı…

Gün görme umuduyla çalışarak geçen koca bir ömrün emeği yandı…

O "beyaz, kırmızı etler" lerle birlikte;

Bir horozun sesiyle başlanan mutlu günler yandı…

Kuş cıvıltıları altında yapılan şekerlemeler…

Bir buzağının doğumundan sonraki bayram havası…

Bir kaplumbağanın peşine takılmış giden çocukluk hatıraları…

Papatya falları, seviyor/sevmiyor heyecanı…

Yaşlı bir ağacın gölgesinde yapılan hıdrellez piknikleri…

Ve o ağaca kurulan salıncaklarda sallayarak büyütülmüş hayaller…

Komşu teyzenin elinden içilen bir bardak buz gibi yörük ayranı…

Kahvaltı sofralarına sinen taze sağılmış sıcak süt kokusu…

Köyün kadınlarının el birliğiyle kışlıkları hazırladığı avlu…

Gelinlikler yandı…

Düğün fotoğrafları…

Doğum fotoğrafları…

Askerlik fotoğrafları…

Beşikler…

"Ölmeden önce" verilmiş son pozlar aile büyükleriyle…

Sandıkta saklanan yüz görümlülükleri…

Aylarca göz nuru akıtılan dantel örtüler; düğüm düğüm işlenen namaz seccadeleri…

Oğlanın "Anam rahat etsin" diye ilk maaşıyla aldığı bulaşık makinası…

Kızın babalar gününde yolladığı afili ayakkabı…

Torunlar için yapılan tahta oyuncaklar…”

Daha ne yanar ki başka…

Bir daha ülkem, insanım ve hatıram yanmasın ne olur Allahım…!