CEMAL ŞAFAK


AHISKA 2

Bir güzel bahar günüydü askere


                   BİR YURDUNU KAYBEDEN ADAM DA AHISKA´DAN

                                                                       KAHRAMAN EMİ

          Bir güzel bahar günüydü askere aldıklarında beni. Güle oynaya gittim. Ama güle oynaya dönemedim. Arkamda bıraktığım odumu ocağımı hayalimden ayırmadan ne için ve kim için vuruştuğumu anlamadan bir manasız savaşın içine düştüm. Aylarca cephelerde savaştım. Soğuk bir yanda, yokluk bir yanda, ölüm diz boyu, kalım rüyalarda?Ben bir o cepheden bir bu cepheye atılırken, nefesin bile donduğu karakışlarda ?Büyük Vatan!? ideali için kar ve buz üzerinde düşman gözlerken  arkamda kapkara ruhlu yaratıkların hangi senaryoları yazıp da kanıma kaşık sallayacaklarını nereden bilebilirdim ki? ?Roman? desem roman değil, şiir desem şiire haksızlık ederim. Bir rüyanın ama gerçek bir rüyanın artığıyım. Yarım kalan, işe yaramayan, hayalsiz ve renksiz bir rüyanın artığı. Gözlerimizin önüne indirdikleri bu dayanılmaz koyu renkli perdeyi yıllarca yok etmeye çalıştım ama heyhat! Nerde bende o kuvvet, nerde bende o arzu? Hepsi zemheri soğuklarında kaybolup gitti. İçimde kalan bir buz dağı ki, yıllardır eritmek isterim erimez, aşmak isterim aşılmaz bir kocaman buz dağı ve dilimdeki bu türkü:

?Gara Dağda galan var

Üreğimde yaran var,

Gel vatan,eşit vatan,

Buz dağında galan var.?

   Hayallerimi kucaklayarak gittiğim bir uçsuz bucaksız dar boğazdan yara bere içinde çıkmak isterdim hep. Bunu başardım da. Vücudumun büyük bölümüne saplanıp kalmış nice şarapnel parçalarıyla ve de kucağımda kaybolan hayallerimin açtığı yaralarla eve dönüş yoluna çıkmıştım. Kim kazanmıştı ki? Alman mı yoksa  Rus mu? Benim ne işim vardı onların arasında? Yok ben bu sorulara cevap veremeyeceğim. En iyisi ben sahipsiz bir torğay  gibi Tıpkı annesini kucaklayan bir çocuk sevinciyle, yuvasına dönen bir kuşun heyecanlı kanat çırpınışlarıyla adeta uçar gibi gelmek istedim yurduma-yuvama?Oduma-ocağıma?Anamın kucağına. Çiçeklerle bezenmiş dağlarıma çıkıp, kekik kokulu esintilerini içime doldurmak istedim. Buz dağına değil yar elinden tutup bizim dağlara çıkmak istedim. Ninemin titrek sesiyle mırıldandığı gibi:

?Sene dağlar

Söz verem sene dağlar,

Tutaydım yar elinden,

Çıkaydım sene dağlar.?

    Haftalardır yoldayım ama Ahıskam´a da adım adım yaklaşıyorum. Kalbimin sabırsız çarpıntısına bir türlü engel olamıyorum. Başımı savaşın, yıkımın, kıyımın şahidi askerlik torbasıyla buluşturuyorum. İkisi kucaklaşır gibi birbirlerini rahatlatıyor ve uyuyorum. Sabahın alacakaranlığında haki rengin çoğunlukta olduğu bir istasyonda itiş kakış arasında kendime geliyorum. ?Burası senin durak.? diyorlar. Yaşlı bir Gürcü kadın, ?Sizin reyonunuzu toplu halde sürdüler. Sen nereye gidiyorsun?? Diyor. Sersem bakışlarla kadına gülümsüyorum sadece. Hareketlerine hakim olamadığım ayaklarım yarı uykulu halde beni bir yerlere götürüyor.

    Adımlar?Adımlar?.Adımlar?Adımı unutturuyor bu adımlar. Uzaklarda bir karartı yığını beliriyor. Kendi kendime konuşuyorum. ?Yok ya yalandır. Hem de çok büyük yalan. Olmaz?Olamaz!? Hafiften bir yağmur başlıyor. Yüzüme vuran damlalarla kendime geliyorum. Hay gelmez olaydım. Duymaz olaydım. Görmez olaydım. Ufkum kararıyor. Yer ve gök kapkara?Küçücük köyüm daha da kara. Kainatı arıyorum. Sesimi arıyorum. Özümü arıyorum ama karanlık izin vermiyor. Yapayalnız, kanadı kırık bir kuş yavrusu gibi kalakalıyorum karanlıklar içinde. Dizlerimin üstüne çöküp başımı ellerimin arasına alıyorum. Başım bir alev topuna dönen dünya gibi. Onu hissetmiyorum bile. İçten içe yanan başım değil de yüreğim olsa gerek. Boğazıma düğümlenen hıçkırıkların dizginlerini bırakıyorum son bir duyguyla. Göz yaşlarım yağmur damlalarıyla karışıyor. Ölüm sessizliği kaplıyor sonra her yanı. Kara bir bulut köyümün olmayan hayatı üzerine bir perde çekiyor. Şimdi hayal zamanı. Son dakikalarımı hatırlıyorum bu şimdiki kararmış köyümde. Sıcacık toprağımın yağmur sonrası içinden yaydığı güzel  kokusunu. Yapayalnız yarimi düşünüyorum sahipsiz ana yurdumda. Her şey tar ü mar. Bir ses yok. Bir görüntü yok. Mezarlık gibi kara bir sessizliğin içinde kendimi o duvardan bu duvara vuruyorum. Nerde benim ayak izlerim? Nerde benim ellerimle diktiğim fidanlarım, ocaklarım, çiçeklerim? Kim kopardı onları buradan. Nerde soyum- sopum? Nerde boyum. Fısıltılar duyuyorum ama ben onları bulamıyorum. Kendimi bir boşluğa vuruyorum ümitsizce, bitik ve yitik duygularla. Yol bana çare oluyor. Nefes almaya başlıyorum yavaş yavaş. Derdime çare, gönlüme çare olan yolla kaynaşıyorum son bir teselliyle ve de altı aylık saklambaç oyununa başlıyorum çöllerde.

    Her gördüğüm canlıya bazen de ağaca, suya, dağa, taşa, kuşa soruyorum ?Yuvam nerde??diye. Kimi garipçe kimi de acıyan gözlerle halimi süzüp uzaklaşıyor. Kimi ?Buhara? diyor. Kimi ?Fergana? diyor. Kimi ?Bişkek?, kimi ?Almatı??Her kelime mesafesi günler haftalar alıyor. Adeta bir yarım dünya dolaşıyorum. Kızılorda bir yanda, Taraz bir yanda. Taşkent bir yanda...Tülkübas ?gel? der giderim elim boş, Türkistan ?gel? der giderim hayalim boş. Kimsenin kimseden haberi yok. Herkes birilerini arıyor. Kimi babasını, kimi amcasını, kimi benim gibi karısını, çocuğunu, odunu, ocağını. Mecalim bitmek üzere. Taşkent´te bir sığınma evinde mola veriyorum. Bir mahnı takılıyor dilime ve gönlüme. Yakıp yıkıyor içimi.

?Derde Kerem

Gark olup derde Kerem.

Goşmuşam gam kotanı

Derd üste derdekerem.?

Her gün pazarda Ahıskalı arıyorum. Birileri sebze meyve sorarken ben ?Ahıskalı var mı?? diye soruyorum pazarcılara. Gülsem mi, ağlasam mı, utansam mı bilmiyorum. Her gördüğümün yüzünde tanıdık izler arıyorum. Nihayet o izlerden birini buluyorum. Dili dilime, yüzü yüzüme, sözü sözüme benzeyen birine rastlıyorum taa 6 ay sonra.Uzaktan bir akrabam. ?Sizinkiler Kentav´da? diyor. Ayaklarına kapanıp ağlayasım geliyor. Kendimi zor tutuyorum. Elim ayağım boşalıyor adeta. Kelimeler yarım yamalak çıkıyor ağzımdan. ?Nasıl giderim oraya?? diye soruyorum. ?Yarın gel buraya. İşlerimi bitirdikten sonra seni götürürüm.? Diyor. Ertesi gün sabah erken saatte pazarın yolunu tutuyorum. Sabrım da yüreğim de çatlayacak gibi. Saatlerce bekliyorum. İsmail kardeşim geliyor sonunda. Beni karamsarlığımdan, kara yolumdan, kara bulutlarımdan ve kap kara perdeden alıp yeni, yepyeni umutlarıma götürüyor. Ve ben sürgün denen yeni bir Ahistan´a?Merhaba? diyorum. Kırık kanatlarımla ikinci ve sancılı bir hayata başlarken de şu mani dökülüyor dudaklarımdan.

Düşmüşem yara dağlar

Yol verin yâra dağlar

Yarim yürek hekimi

Tuz basar yara dağlar.

 

Not:1999 yılında bahse konu Kahraman Amcayla yaptığım özel bir sohbet neticesinde bu yazı kaleme alınmıştır. Kahraman Amca 2010 yılında rahmetli oldu.

Değerli Okuyucum,

     Bu satırları, yakalarında ?Sözde Soykırım? lekesiyle dolaşıp da her gittikleri ortamda etraflarına leke yapıştırmaya çalışan yerli-yabancı yüzsüz, hilekar, hain lekecileri, onların kara kalpli özürcülerini yani içimizde kulaklarını tersten gösteren, okuduklarını tersten okuyan yerli işbirlikçilerin hangi yalanlarla avunduklarını ve hangi karanlık senaryolar peşinde koştuklarını hatırlatmak amacıyla sizlerle paylaşmak istedim.

    Gerçek soykırımı yaşayanları ben kendi kulaklarımla dinledim. Birebir konuştum. Soykırım izlerinin bunu yaşayanların yüzlerindeki çizgilerde ve gözlerinde hâlâ kaybolmayan korku ve endişede hissedebildim. Vurgun yemiş insanlarımızın hangi karanlık kuyulardan, hangi ateş çemberinden geçerek eriye eriye bugüne ulaştıklarına şahit oldum. Bize bir nefes kadar yakınken Çıldır´ın, Ardahan´ın, Posof´un, Artvin´in öte yakasından koparılıp da bilinmez, görünmez, bulunmaz diyarlara sürülen Ahıskalımız´ın hikâyeleri o kadar fazla ki, bütün bunlar kitaplara, romanlara, şiirlere sığmayacak kadar geniş ve acıtıcı. Gelin görün ki, bir yanda gerçek soykırımcı Amerika, Avrupa, Rusya; bir yandan da bağrımızdaki Amerika ve Avrupa maşaları ve onların yerli taşeronlarından  hiç biri ama hiçbiri bu gerçek soykırımdan bahsetme  cesaretini gösteremiyor. Sakladıkları gerçeklerin boyunlarında bir ilmek olduğunu fark ederler mi bilmiyorum ama bildiğim tek şey soysuz karakterlerin tarihi gerçekleri gizleyebildikleri kadar gizleyecekleridir. Utanç içinde kalacakları tarihi günü umarım bizler yaşarken görürüz.

   Yüz binlerce Ahıska ve Karabağ sürgününün günahları özürcü ve sözde soykırım tellallarının alınlarında en katmerli kir olarak kalmasını diliyor, Ahıska´dan koparılıp ?Ah?istan´da tüketilenlerin manevi ruhları önünde  saygı ile eğiliyorum.