Olcay Kasımoğlu


Ah insanlar, her şeyi bulup kendini bulamayanlar

Bir insan; hangi dinden


Bir insan; hangi dinden , milletten, renkten, coğrafyadan, dilden, düşünceden ve anlayıştan olursa olsun, öncelikle insan olduğunun algılanması gerekir. İnsanların değerleri, inançları, olaylara bakış açıları farklı farklı olabilir. Bu farklılık bir ayrışma sebebi olmamalı, farklılıklar bir dayatma unsuru haline getirilmemeli, baskı nedeni olmamalıdır.
İnsanları; sırf, kendi tercihlerinden, seçimlerinden dolayı yargılamamak, ön yargılı ve kişisel yaklaşmamak; insan zihninin aydınlanması demektir. Aynı zamanda farklılıklara saygı, bir tutumdur, davranış biçimidir, dar bir görüş değildir.
 
Her birey, saygıya değer bir varlıktır bu nedenle hiç kimse, kendinden faklı olanı hor görmeye, ötelemeye hakkı yoktur.Hangi dinden, dilden, coğrafyadan, düşünce ve fikirden olursa olsun, her kesin; yaşama, kendini tanımlama ve değerli kılma hakkı vardır.
 
İnsanların; değerleri, yaşam tarzları, olaylara bakış açısı, inançları, beklentileri, zevkleri ve dünyayı algılama ve yorumlama şekilleri farklı olabilir. Bunlar, dünya hayatının zenginlikleridir. .Bu nedenle; toplum yaşamında olsun, ikili ilişkilerde olsun, olaylara bakış açıları farklı farklı olabilir. Bu farklılık bir ayrışma sebebi olmamalı, farklılıklar zenginliğimiz olmalı. Hiç kimsenin var olma ve kendini tanımlama hakkını görmemezlikten gelemezsin. Ne sevgi ne saygı, hiç biri, hiç kimsenin tekelinde değildir.
 
Farklılıklara tahammülü olmayan insanların, muhakkak kişilik problemleri vardır. Bencil olurlar, paylaşım duygusundan yoksun ve sevgi anlayışları kısırdır. Birey olamamışlardır ben merkezli yaşarlar, cesur değillerdir. En küçük bir çatışmada çirkinleşirler, korkaktırlar. Yenilikten, bilimden, sanattan korkarlar. Bu korku insani algılarımıza perde çeker. Biz ancak ?kendimizin, insanlığın, çevremizin fakındalığına? vardığımızda bu perdeler içeriden açılır. O zaman ?gönlümüz, aklımız? insanların değerlerini; renkleriyle, dilleriyle, cinsiyetleriyle ve maddi güçleriyle ölçmekten vazgeçtiğinde, bu dünya yaşanılası bir yer olacaktır. İnsanların yaşam tarzlarına müdahale etmenin, dışlamanın insan onuruna yakışmadığını, insana saygının bir erdem olduğunu anlayan insanlar; hayatın içinde ?farklılıklara saygının? bir kültür olduğunu benimsemişlerdir.
 
En büyük ortak payda insan olmaktır, ayrılıklar tartışma ve kavga konusu olmamalıdır. İnsanlar farklı coğrafyalarda yaşayan, kendilerinden farklı insanları tanımaya çalıştıkça ve tanıdıkça insanları birbirinden uzaklaştıran farklılıkların ne kadar az olduğunu göreceklerdir. Benzerlikler, farklılıklardan kat kat fazladır.
İnsanların değerini; renkleriyle, dilleriyle, milletleriyle, cinsiyetleriyle, maddi güçleriyle ölçen insanlardan uzak duralım. Bize verecekleri hiç bir güzellik olmaz,olamaz.
Evrene ve içindekilerine saygı; toplum yaşamı için, aile yaşamı için çok önemlidir ve yaşamın, insan olmanın onurudur, olmazsa olmazıdır?Bilinçli saygı; ilişkilerimizi, sosyal ve dini ritüelleimizi, cinsel tercihlerimizi, kendimize saygımızı, durduğumuz yerin farkındalığını, konuşma yetkinliğimizi, insanlara verdiğimiz değeri düzenleyen çok önemli bir yaşam anahtardır.
Saygı aynız zamanda bir erdemdir ve erdemin olduğu her yerde bizi güzelliğe yönelten davranışlar olur. Korkudan kaynaklanan, göstermelik bir saygıda erdem yoktur.
En önemlisi; karşıdakini tanımak ve anlamak, onu kendi değer yargıları içerisinde ?muhasebe etmek´? söz konusu değildir.
Saygı aynı zaman da; karşında ki insanı değerli kılmaktır, önemsemek, dinlemeyi bilmek ve anlamaya niyetli olmak gibi insanı değerler içerir. Yaşamı anlamlı kılan her birey kendine ve yaşama saygılıdır. Kendine saygı duymayan bir insanın, başkasına saygı duyması mümkün değildir.
Saygının; insanın, gerek ruhsal dünyasında gerekse çevresinde sevgi ile barışık yaşadığı ?farkındalık? duygusu olduğunun ayrımına varıyorsun. Bu nedenle ?erdemli saygı? bir korku imparatoru yaratmaz. Faklılıkları anlamaya çalışır, ön yargısız tutum sergiler.
 
Hümanist ve evrensel insanların en büyük özelliğidir, saygıyı kendilerine ilim olarak seçmeleri çünkü karşılarında ki insanlara ?ölçülü, seviyeli ve kibar davranırlar? ön yargılı ve yargılayıcı değildirler. Farklılıklara saygıyı, toplum yaşamın en önemli bağı olarak görürler. Kendi düşünce ve yaşam tarzını her şeyin üstünde tutan insanlarla gönül bağı kuramazlar?Otoriteye bağlı olan saygının hiç bir zaman samimi ve içten olmadığını bilirler.
 
Bir çok insan; hiç kimsenin ya da hiçbir görüşün etkisi altında kalmadan, olayları olması gerektiği gibi objektif değerlendirmek ve yorumlamak olgunluğuna, bilgeliğine sahip değildir.
Özellikle kendi düşüncesi konusunda fanatik, eleştiriyi kaldıramayan, insanlara zarar veren, empati yoksunu insanların verdiği zarar tahminler ötesidir. Tarafsızlığın, renksizliğin, vurdumduymazlığın, neme lazımcılığın kurbanı yüz binlerce insan var. Çağımız okur-yazar çağı, gel gör ki insanların vicdan ve merhametleri kör ve sağır, onlarında okulu yok?
Aslında, dışımızda gördüğümüz şeyler de içimizdekilerin aynısıdır. Bu gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmemizin nedeni, kendi dışımızda ki her şeyi gerçek sayıp, içimizde ki dünyaya söz hakkı vermememizdir. Oysa insan bir kez işin bilincine vardı mı, çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye bir şey söz konusu olamaz. O zaman bunu kader, yazgı diye de kabul etmez. Yeter ki bir kez olsun içinde ki dinamiklerle yaşamını buluştursun.
 
Ne olursa olsun; karşımızda ki insanın fikri, düşüncesi, tercihleri bir başkasının yaşamını yok etmeye yönelik olmadığı sürece, bir arada yaşamanın muhakkak yolu vardır; yeter ki önce insan olalım. İnsan olmak onurlu olmaktır.
Çelişik, parçalanmış, şizofrenik kişilikli bireylerden oluşmuş bir toplumda yaşamayı hiç kimse istemez.
Aşırı atomlaşma, sınıfsal ayrışma ve bunun sonucu gelişen bireycilik, insanların toplumsal yaşama ilişkin olarak geliştirdikleri tüm tinsel ve insani değerlerin yitirilmesi ile; maddi refahın koşut olarak geliştiği bir toplum düzeni yaratılıyor. Oysa, tekniğin, robotlaşmanın, pazarın olduğu yerde, insani hiçbir şeye; sevgiye de, nefrete de yer yoktur
İnsanın, doğa ve toplumla uyumlu yaşaması yerine; doğanın katledilmesi, toplumsal kutuplaşmalar yaratılarak bir kaos ortamı yaratılmaktadır. Böylece, önlenemez hale gelen gerilim, giderek amaçsızlığı ve anlamsızlığı egemen kılmaktadır.
 
Yok olan birincil ilişkiler, aile, akrabalık, komşuluk ilişkileri başka biçimlerde oluşturulan; tarikatlar,cemaatler, dernekler, kulüpler gibi kurumlarla dengelenmeye çalışılırken, ikili bir yabancılaşmaya düşülmektedir. Kişisel ilişkiler, etkileşimin sıcak ve içten yapıları çözülürken, yerine konmaya çalışılanlar da etkili, yönlendirici ve kalıcı olmamaktadır. Bunun sonucu da doğa talan edilmekte ve insanlar küresel kapitalizme, emperyalist güçlerin egemen olma egolarına kurban edilmektedir. Oysa; içsel üretkenliği, sorumluluk duygusunu ve insanca yaşamayı ancak ?Vicdan ? merhamet?sevgi-saygı? ile gerçekleştirebiliriz. Evrensel değerleri yaşatmaya niyetimiz yoksa, yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir. Sonuç olarak da yabancılaşmış varlığımız gitgide büyüyecek ve bizler bir çok şeye geç kalacağız, ?Çok geç artık ? demekten daha kötü bir şey yok bence.
Oysa insan: ?akıl, mantık ve vicdan? sahibi bir varlıktır.