MEZARLIKTA KALAN DOSTLUK!

MEZARLIKTA KALAN DOSTLUK!

Aynı topraklar da kardeşçe yaşayan toplumların zamanla ırk ayrımı ile düşmanlığa sürüklendiği süreçler hep olmuştur.

      Aynı topraklar da kardeşçe yaşayan toplumların zamanla ırk ayrımı ile düşmanlığa sürüklendiği süreçler hep olmuştur. Bu anlamda en yoğun ve en vahşi ırk düşmanlığının Ardahan, Kars ve Erzurum çevresinde Ermenilerle yaşandığı da aşikârdır. Tarihin küflenmiş ve solmuş yapraklarında bahsedilmeyen o kadar yaşanmışlıklar vardır ki, bunlar bir toplumun arka sokaklarında ki geçmişi olmuş ve bu acı geçmiş, sonrasında gelinen süreçlerde barışlar adı altında sessizce örtülmüştür. Sessizliğe bürünmüş anıların içinde taze kalan somut şeyler ise, insanlık tarihinin her aşamasında savaşların, katliamların ve kaçınılmaz sonların ta kendisi olmuştur. Tabi bu olumsuzlukların yanında Türk toplumunda yine öyle tutucu bir bağ oluşmuştur ki, bu gün dahi o birlik ve beraberlik bağlarının huzurunda yaşam sürdüğümüzü söyleyebiliriz.
       Ne acı ki, bölgede sosyal yaşamı benimsemiş çeşitli ırktaki insanlar, bazı dönemler süper güçlü kışkırtmacıların çizgilerine ayak uydurmuş ve asırlara hitap edecek acılara, kin ve nefrete imza atmıştırlar. 1900'lü yıllara gideceğim. 43 Yıllık Rus işgalinin sonlanmasının ardından başlayan ve Ermeni çetelerince yoğunlaşan katliamlara tanıklık eden Doğu illerimiz de en yoğun katliamların yaşandığı yerlerden birisi de şüphesiz Çıldır olmuştur. Âşık Şenlik gibi büyük değerlere sahip olan Çıldır'ın Ermeni çetelerinden çektiği zulüm ve çilelerin altını çizmek ve gün ışığına çıkarmak nefretten öte sonuçlar ortaya koymuştur. Bu gün biz, her ne kadar Devletçe köhne düşmanlarımıza barışçıl yaklaşsak da, biliyoruz ki zulüm yaşayan halk, asla böyle bir barışı kabul etmiyor ve yaşanan zulümleri, ölümleri unutmuyor. 
         Çeşitli yazılar da ve kitaplarda, o kadar uzakları anlatırken tarihçilerimiz, asıl olandan her zaman uzak kalmış ve kendilerini ağırlayanların verdikleri doğrultusunda tarihe notlar düşmüştürler. Bu tarihçi yazarlarımız, alt zümrelere inmemiş ya da inmelerine fırsat verilmemiş ve maalesef yazdıklarıyla tarihe bu doğrultuda yön vermiştirler. Oysa tarihin sayfalarında izine rastlanılamayan, aslında tarihin kendisi olan değerler ne yazık ki gün yüzüne çıkarılmamış. 
          Yine yoğun katliamların yaşandığı, Ermenilerin çok sayıda ölüme imza attığı bir yer olan Çıldır'da, önceki ismi Suğara olan daha sonra Yakınsu ismi verilen ve en son hak ettiği isme kavuşan Aşıkşenlik'te ki az sayıda mezarın bulunduğu kabristanı ziyaret ettim. Kitabesinde Osmanlıca yazılar bulunan ve kabristanda sıralı olarak aynı gün defn edildiği çok belli olan 4 mezarın aslında eski ismi ile Rabat yeni ismiyle Yıldırımtepe'de Ermeni çetelerince katledilen Şehitler olduğunu öğreniyordum. Hikâyesi ise yine bir trajedi olarak karşımıza çıkıyor ki; Bir bahar dönemi ve Karaçay deresi coşmuş.  Yoğun sel altında ki derenin kuzey kısmında kalan Şeytan Kalesi ve Yıldırım Tepesi'nde otlayan koyun sürüsünü gasp etmek isteyen Ermeni Çeteleri'ne, Rabat Köyü'nden beş milis karşı koyar ve çatışmaya girer. Bu sırada Ermeni Çeteleri tarafından 4 milis Yıldırımtepe'nin güney kısmında öldürülür ve bir milis ise yaralı olarak günler sonra Rabat'a getirilir. O dönem Ermeniler tarafından şehit edilen 4 milis, Suğara'nın kadın muhtarı tarafından Suğara'ya getirilir ve burada ki mezarlıkta sıralı olarak defn edilir.  Olayın üzerinden geçen 6 yıl sonra ise kadın muhtar da ölür ve bu 4 mezarın hizasında o da en başa defn edilir. (Bu gün mezarlıkta hayvanlar tarafından mezar taşı kırılmış, parçaları mezarın üstündedir.)
        Burada asıl anlatmak istediğim köhne tarihimizde katledilen insanlarımızın kendi köylerinin toprağında yatmaları dahi mümkün olmadığıdır ki, bu aslında o dönem de Ermeni çetelerinin katliamlarına karşılık bütün köyler de bir birliğin ve dayanışmanın olduğuna da örnek teşkil etmektedir. Öyle bir birlik ki bu, yaşanan ölümlerin o dönem de, yine o güç ve zor şartlarda dahi sahiplenildiği ve özenle hak yerine konulduğudur. Ve sonra ki dönemler, Ermeniler de çekildi, çoğunluğu sürgüne gönderildi. Büyük acılarımızın karşılığını bir nebze de olsa Ermeniler de yaşadı. Ortada ise iki köy (Suğara-Rabat) arasında birlik, kardeşlik ve dayanışmanın izleri kaldı. Her ne kadar gün yüzüne çıkarılmasa ve kimse bilmese de, Rabat'ın dört Şehidi Suğara'nın toprağında hak yerinde huzura erdi. 
       Ve bu güne geldik. Öyle ki, ayrı ırkları bırakalım, aynı ırka mensup insanlarımız dahi ayrışmaya, bölünmeye ve yok olmaya sürüklendi. Benlik düşüncesini yitiren insanlarımız gerek somut, gerekse soyut savaşlarla bir birlerini tüketti. Ve gelinen noktada ortaya dökülen tek şey, kin, nefret, kıskançlık oldu. 
O zor dönemlerde birliğini bozmamış, harp halindeyken bile komşusunun ölüsüne kucak açmış halkın bu güne geldiğimiz de ayrışıp, bölünmesi ve birinin diğerini ötekileştirmesi o kadar yersizdir ki, bunun en büyük kanıtı da yine Suğara'nın mezarlığında yatan Rabat'ın milis Şehitleridir.
Dinçer AKTEMUR
dinceraktemur@msn.com