LEVENT GÜLTEKİN OLMAK...

LEVENT GÜLTEKİN OLMAK...

Üniversite yıllarında bir film izlemiştim...

   Üniversite yıllarında bir film izlemiştim: John Malkovich olmak diye... Vakti olanlar izlesin, güzel filmdir. Yine vakti olanlar lütfen Sevgili Levent Gültekin'in Medyascope'da yayınlanan "Bi Kahve" adlı programını izlesin. Her hafta 30 dakika boyunca sizi lezzetli bir yolculuğa çıkarıyor. Gelelim, yazımın başlığına ve ne demek istediğimi anlatmaya... Sevgili Levent Gültekin, beyni son derece iyi çalışan, iyi bir hatip...

      Tıpkı, "John Malkovich Olmak" filminde oluğu gibi o güzel beyninin içine girerek, dolaşmak istediğiniz bir isim... Nitelikli bir gazeteci, iyi bir araştırmacı... Tıpkı Murat Ağırel gibi Yavuz Oğhan gibi Ruşen Çakır gibi İsmail Saymaz gibi meslektaş olmaktan kıvanç duyduğum ve ilgiyle takip ettiğim bir kişi... Her programını ilgiyle izliyorum ve özellikle muhalefet kesimin bir türlü bir araya gelememesinin nedenlerini merak etmesini de destekleyerek ve takdir ederek takip ediyorum. Kendisiyle ilgili anlatmak istediğim çok şey var ancak ben bu yazımda Sevgili Gültekin'in son derece tehlikeli sularda gezdiği son yayınını; HDP ile PKK'nın ilişkisini kesip kesmemesi gerektiğini sorguladığı konuşmasını irdelemek istiyorum. Şimdi hemen başında söyleyeyim: Muhalefetin birleşmesi durumunun birilerinin işine yarayacağı karşı konulmaz bir gerçek. Ancak biz şimdi bu konuyla ilgili "Toplam Kaliteyi" hedef alan bir çizgide ilerleyeceğiz.

      Çünkü toplam kalite, kendi içinde çözümlendiğinde, "Aslolan vatansa, gerisi teferruattır" sözünün derin anlamını içerdiği görülecektir.

Diyor ki, Levent Gültekin:

1- HDP aslında PKK ile ilişkini kesemez ve kesmemelidir de... Ancak PKK ile ilişkisini asıl kesmesi gereken Devlettir

2- HDP'nin PKK ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle onu dışlayanlar, 31 Mart Yerel seçimlerinde Abdullah Öcalan'ın mektubunu okutturan, Osman Öcalan'ı Devletin televizyonuna çıkıp konuşturan Recep Tayyip Erdoğan ile nasıl aynı masaya oturabiliyorlar?

<3- Muhalefet "iktidar algısıyla" hareket etmektedir ve mevcut durumu tersine çevirecek bir özgüvenle hareket edememektedir Dedim ya, Sevgili Levent Gültekin çok tehlikeli sularda kulaç atıyor ancak bu düşünceleri hiç de temelsiz, mesnetsiz ve desteksiz değil. Eleştirel bakışlar elbette olacaktır ancak özünde tespitlerinin gerçekliği ne yalan söyleyeyim: Göz kamaştırıyor. Bizler nedense hep "kendimizden olanın" yanında biraz da abartarak destekleyerek; uzantısında da bir çıkar gözeterek duruyoruz. Şüphesiz çıkarımız da kendi illegal işlerimiz ya da yanlışlarımızda, daha önce yanında durduğumuzun gelip bu kez kendi yanımızda durmasını istemek ve beklemek hevesi... Ülkemizin dört bir yanında bu tür heveslerde olan hemen her yaştan, her görüşten insanlar bulabilirsiniz.

     Oysa ben ve benim gibiler şunu hedefliyoruz: Yaşadığımız süre içerisinde daha çok insanı mutlu görmek ve temelde de hem demokrasiye, hem adalete ayrımsız ve kayırımsız bir şekilde "ama"sız geçebilmek... Lise yıllarımda hep şunu söylerdim Metallica dinlerken birlikte arkadaşlarıma: "Ben bir Türk olarak, kendi topraklarımda yaşayan Kürtlere, Amerikalılardan ya da İngilizlerden daha yakın buluyorum. Aynı şekilde bu Metallica'yı ve Nothing Else Matters şarkısını keyifle dinlesem de Kürtçe bir şarkıyı daha çok bizden gibi değerlendiriyorum". Bu düşüncelerim elbette 1993-1994 yıllarında lisedeyken, arkadaşlarım tarafından tepki çekiyordu. Çünkü o dönemler çok istesem de Kürt arkadaşlarım ne yazık ki çok yoktu; ne onlar beni aralarına alıyor ne de ben onlara yaklaşmaya cesaret edemiyorduk: Karşılıklı olarak birbirimizden korkuyorduk. Birbirimize güvenmiyorduk. Gebze-Haydarpaşa arasında çalışan Banliyö treninde eğer yüksek sesle Kürtçe konuşan olursa, birisi çıkıp "Anladığımız dilden konuşun kardeşim!" diye tepki gösteriyordu. Kürtler 1993-1994 yıllarında ne yazık ki gizli gizli konuşuyordu.

      Tabi bu sırada belki ben ve benim gibi Kürtçe bilmeyen kaç kişiye küfür de ediyorlardı ve ben, içten içe aynı topraklarda yaşamaktan gurur duyduğumu söylediğim için kendi çevremde onlar için aforoz edilirken; haksız yere bilmem kaç kez linç ediliyordum. Kürtlerle gerçekten tanışmam üniversite yıllarında oldu çünkü hem artık tarih 1990'ları değil 2000'leri gösteriyordu hem de kamuoyu artık Türkler ve Kürtlerin aralarındaki güvensizliği yavaş yavaş ortadan kaldıran gelişmelere gebeydi. Halay da çektik, şarkı-türkü de söyledik. Benim en yakın arkadaşım, birlikte aynı evi de bir zaman paylaştığım bir Kürt olmuştu. Ağrı Patnos'luydu. Ben gazeteci o da avukat oldu. Her tartışmamızda birbirimizin eksiklerini ortaya serdik: Ben Kürtlere hep önyargılı yaklaşan Türklerden o da aynı şekilde Türklere önyargıyla yaklaşan Kürtlerden yakındık. Bu saçma gidişatın bir an önce son bulmasını istedik; hem de deli gibi istedik. Her ikimiz de hiçbir partiye mensup olmadık: Ben bir gazeteci olarak o ise bir hukuk insanı olarak, tarafsız kalmamızın mesleklerimizde önemli bir unsur olduğuna kanaat getirdik. Ancak bu tarafsız duruşumuza rağmen AK Parti tarafından başlatılan ve başlangıçta HDP'nin de destek verdiği Kürt Açılımını deli gibi destekledik. Hem de deli gibi...

     Eğer bir diyeceği varsa PKK'nın gelip siyasette söylemesi gerektiğini söyledik. Ben o dönem kaç tane yazı yazdım hatırlamıyorum bile... Özeti de şuydu: "Bu dönemde kuşkusuz en çok incinen kişiler Şehit Ailelerimiz... Onlar yavrularını kaybetmenin acısını yaşıyor ve kendilerini bu açılım konusunda ikna etmek olanaksız. Hepsi hakkını helâl etsin. Ancak şunu da lütfen 1 dakika olsun düşünsünler: Asla gelecekte kendileri gibi başka anneler-babalar-eşler ve çocuklar üzülmeyecekler. Çünkü silahlar susacak..." Başta da yazdım: Bu açılımdan siyasi ya da ekonomik açıdan menfaat sağlayanlar çıkmayacak mıydı? Çıkacaktı... Şehit anneleri gibi şehit yakınları gibi kişiler incinmeyecek miydi? İncinecekti... Ancak toplam kalite... Toplam mutluluk... Uzun vadede bu açılım hepimize büyük kazanımlar getirecekti.

     Hepimize... Olmadı... Öyle ya da böyle: Olmadı... Büyük hem de çok büyük bir fırsat kaçtı. Bu açılım başarısızlığı sonrası ise ne yazık ki büyük bir kutuplaşma başladı. Şimdi ise bu "yararlanan" kesim, "çıkarcı" kesim giderek yelpazesini maalesef genişletti. Bu kez bu çemberin içine milyonlar girdi...

     Siyasi kazanımlar, ekonomik kazanımlar toplam kalitede, toplam mutlulukta 80 milyonu teğet geçti de o 80 milyon kendi arasında kamplaşıp; Türkler ayrı, Kürtler ayrı, Amerikalılar ayrı ayrı bu durumdan istifade ettiler. Ben ve benim gibi tarafsız ama herkes için bir ortak nokta hedefleyen; toplumu her kesimiyle birleştirmeye gayret edenler ise bu yaşananları yaşlı gözlerle izledi... İşte tüm bu nedenlerden dolayı da Sevgili Levent Gültekin'in o güzel meslektaşımın beyninden, fikrinden, yüreğinden öpmek istiyorum. Ve olanca gücümle de kendisine destek vererek bağırmak istiyorum: Toplam kalite için muhalefetin HDP'yi de dışlamayan bir şekilde bir araya gelmesi şart. Ödenecek bedeller her ne olursa olsun, oluşacak atmosferin iktidarı da "olumlu" anlamda etkileyeceği gerçeği, yeniden 80 milyon olarak bu toprakları bir cennete çevirebilmek için elimize bir fırsat vermeye çok yakın...

    Umarım ayrımsız bir şekilde hepimiz, tıpkı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 100 yıl önce başardığı gibi ayrımsız bir şekilde bir araya gelebiliriz ve bu sefer silahlı değil silahsız bir şekilde; beynimizle, yüregimizle, kültürümüzle elele vererek yeni bir Kurtuluş Savaşı başlatabiliriz. Sağcımızın da solcumuzun da dindarımızın da Türk'ümüzün de Kürt'ümüzün de Alevi'mizin de Akademisyenimizin de Esnafımız, İşçimiz, Kadınımız, Erkeğimiz, çoluk çocuğumuzun da kurtuluşu için gönül rahatlığı için mutluluğu için bir araya gelmemiz şarttır. Artık bu bize hiç yakışmayan ikiyüzlülüğümüzü bir kenara koymalıyız...

Ne dersiniz?

Ferdi GÜNGÖR / İstanbul