BİR KARAPAPAĞIN DİLİNDEN "KARAPAPAKLAR"

BİR KARAPAPAĞIN DİLİNDEN

Mensubu olmakla her zaman ....

BİR KARAPAPAĞIN DİLİNDEN KARAPAPAK KİMDİR?

Mensubu olmakla her zaman övündüğümüz Karapapak uruğunun köküne ait yazılı ve tarihî bilgilerini sıralamadan önce bu uruğun kendi,kendilerini nasıl tanıdıklarını, gelenek ve görenekleri yanında diğer bazı hususları da belirtmeyi uygun buldum.
Yarı aydınları hariç tutulduğunda genellikle uzun müddet birbirlerini görmeyen iki Karapapak ansızın karşılaştıklarında;
?Menim goyun gohulu Terekemem.? diyerek birbirlerine sarılıp koklaşırlar.
Terekeme´nin lügat anlamı açıklanıpTürkmen olup olmadıkları sorulduğunda, Türkmenlikle hiçbir ilgilerinin bulunmadığını, Terekeme adının muhakkak başka bir anlamının bulunduğunu açıklamaya çalışır, bu işin okumuşlar tarafından milleti bölmek için uydurulmuş olduğunu söylerler. Boy ve urukları sorulunca da:
?Aslımız Garapapahdı, binemiz Gazzah ellidi bizlere Borçalı´lı diyerler.? şeklinde cevap verirler.
Öz vatanlarının neresi olduğu sorulunca: 
?Demir Gapı Dervend´inden geçmişiyh, çoh malımız davarımız olduğu üçün kışları aranda yazında yaylah da galmah üzere Kür´ün gırağını gışlah, Gürcistan dağlarını da özümüze yaylah tutmuşuh.? şeklinde cevap verirler.
Ne zaman göçtükleri sorulunca da:
?Bizler görmemişiyh, atalar, dedeler geçif. Ola ki o zaman küffar vahtıymış.? derler.
Doğumlarında hiçbir tören yapılmaz, düğünlerinde çift zurna ve tek davul çaldırırlar. Yeni evlilerin hayatlarının tatlı, zürriyetlerinin dal budak sararak zengin ve köklü olması için Şah bezerler.
Âşık bulunmayan düğünü düğünden saymazlar. Zengin halk kültürünün yanında halk ve âşık edebiyatının inceliklerini bilmeleri ile de dikkati çekerler.
Ölülerin mezarlarını genellikle basit bir şekilde yaparlar. Birisi öldüğünde de yaşlı kadınlar ölünün baş ucunda sırayla bayatı söyleyip birlikte ağlaşırlar. 
Yüzlerce türkü makamı bilirler, At Üstü, Civan Öldüren, Derbeder, Hicranî gibi ağır makamların arkasından bir dörtlük bayatı söyler, bunun ardından da Bizim eller ay eller, şirin eller boy eller veya ay Gazah ellim, vay Gazah ellim diye bir ekleme yaparlar.
Pek seyrek rastlanmasına rağmen Karapapaklar´ın bazı boylarında kavga ve dövüşte hançer, kılıç ve kurşun yarasıyla ölenlere iyi gözle bakılır ve ölenlerin geride bıraktıkları ata ve babaları bu hâliyle övünürler. Hastalanmak suretiyle ve normal olarak yatakta ölenler makbul görünmez ve bunların çocuklarına;
?Senin arvat gibi yatahta geberen atayın kellesini?? diye küfür ederler ki, bu düşünce elli yıl öncesi için daha çok geçerliydi.
Kişiliklerine gelince; genellikle yağcılık, yaldızlı söz söyleme ve riyakârlık bilmez, dostlarına karşı zulme başvurmaz, sapık fikirlere uyup benliğini yitirmez, hile yoluyla başkalarının malını helal saymaz, kimsenin kazancında gözü olmaz, davranışlarıyla da sakin görünüşlü, serin kanlı olup duygu ve düşüncelerini belli etmezler. Asık suratlı olmayıp güler yüzlü ve vakur olur, kin ve küslük bilmez, şakadan hoşlanır, barışı ve dostluğu sever, acığı tutmadıkça (canı yanmadıkça) kimseyi incitmez, acığı tutunca (canı yanınca) da en sert taşı bile ezip kül ederler. Gerçekçidirler, açık ve seçik konuşurlar, karşılarındaki kişinin de açık fikirli ve tok sözlü olmasını ister, Vatan, Millet ve Bayrak sevgisini bütün sevgilerin üstünde tutarlar.
Vücut yapıları itibariyle genellikle ortadan uzun boylu, düz siyah saçlı, açık alınlı, normalden biraz daha iri burunlu ve beyaz tenli olurlar.
Azeri, Karapapak, Terekeme sözlerine gelince;
Azeri olduklarını söyleyenlerin büyük çoğunluğu;
?Terekeme veya Karapapak´la bir ilgimiz yoktur biz Azariyiz.? derler. Karapapaklar´a aynı soru sorulduğunda büyük çoğunluğu:
?Azari, Karapapak, Terekeme hepsi de aynı millettir. Bir atadan töremişiz. Bizler Sünnî, Azariler Şiî mezhebine bağlı. Terekemelik adımız Karapapak´lılık da unvanımızdır.? diye cevap verirler. 
Bu güne kadar millî benliklerini korumalarının en büyük sebebi örf ve âdetlerine bağlı olmalarıyla açıklanabilir.
Terekeme adından ilk defa Ebil-Gazi Bahadır Han söz eder. Ebil-Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime adlı eserinde Terekeme ile Avşarları aynı boydan gösterir. Oğuz soyundan geldiklerini işaretle Salur olduklarını belirtir.
Çağımızın yazar, tarihçi ve araştırmacıları bugünkü adıyla Karapapak olarak bilinen uruğun kök itibariyle çok eskilere kadar gittiğini, Hazar Devleti kurulmadan önce ve Hun İmparatorluğu´ndan hemen sonra kuvvetli bir devlet kurmuş olduklarını belirtirler. Tarihteki adlarının da Sebir, Sabur, Subar, Suvar olarak bilindiğini, bıraktıkları yer adları da dikkate alınırsa Sibirya´dan, Macaristan´a; Ural-Altay Dağlar´ından Anadolu´nun içlerine kadar yayılmış olduklarını yazarlar.
Karapapaklar´ın atalarının Sabir mi yoksa Oğuz asıllı mı olduğunu tamamen okurların görüşüne bırakmak üzere her iki Türk uruğunun tarihteki yerlerini belirtmeyi uygun bulduk, çünkü Türk tarihi engin ve şereflidir. Türklüğün bazı uluslar gibi kendisine ecdat yaratmasına ihtiyacı yoktur. Kısaca şunu söyleyebiliriz; yazılı tarihten binlerce yıl önce Çin´de, Hindistan´da, Mezopotamya´da, Anadolu´da ve Orta Avrupa´da öyle kültür unsurlarına rastlanır ki bunların hareket noktasını bozkır kültüründe, belki de Türkler´in soyları arasında aramak gerekir. Ancak o dönemde henüz onlara Türk denmiyordu.
Tarihe ilk defa adını yazdıran Türk devleti Hunlar´dır. Hunlar´ın 375 yılında batıya doğru ilerlemeleri sırasında bir kısmının ana kitleden ayrılarak yurtta kaldıklarını görüyoruz. Bunlar Hunlar´ın en yakın halefleri T´o-palar, Sabirler ve Avarlar´dır. Bunlardan Türkler´in Tabgaç adını verdikleri T´o-palar Kuzey Çin´de, Sabirler de Bar-köl´de görülüyorlar. 460 yıllarında Bizanslılar´la ilk defa karşılaşan Sabirler´e Bizanslı yazarlar başıboş dolaşan anlamında Sabir adını veriyorlar.
Bizanslı Pirikopios V. yüzyılda Sabirler için şunları söyler: ?Yerin sırtında insanlar yaşamaya başlayalıdan beri ne Yunanların ne de İranlıların kafasından Sabirlilerin silahlar çıkmadı.( Rasonyı, 1971: 63).
Bar-köl bölgesinden Juan-Juanlar´ın saldırıları sonunda ayrılan Sabirler, Ural-Altay Dağları´ndaki düzlükte yaşayan Uygur Türkleri´ni batıya atıyorlar. Önce Ural Dağları´nın güney batısına Tobol ve İşim Irmakları çevresine yerleşiyorlar. Orada eskiden bulunan On Uygurlar´ı ve Ural´ın doğu bölgesindeki Macarlar´ı yurtlarından çıkarıyorlar. Teşkilatlı olan ve yüksek savaş tekniği ile donanımlı Sabirler kendilerinden daha ilkel olan kavimler üzerinde büyük izler bırakmıştır. Hatta birçok bölgeye ad vermişlerdir. Volga yakınlarındaki Suvar, Orta İdil´deki Simbir şehirleri ile bütün Kuzey Asya´yı kaplayan Sibirya adları Sabir Türkleri´nden kalmıştır.
Anadolu´da da Sabirler´den kalma birçok köy ve mahalle adının yanında Kür ile Aras ırmaklarının birleştiği ve bugünkü adı ile Cavad olarak bilinen mevkiin eski adının Sabirabat olduğunu İslam Ansiklopedisi´nin Kür maddesi bize bildirmektedir. (İslâm Ansiklopedisi, (6), 1977: 1081-1084).
Altay ve Ural Dağları arasında kalan Sabirler kendilerine yurt olarak doğuda Volga, batı ve kuzeyde Don Nehirleri ile güneyde Kafkasya arasındaki üçgeni seçiyor ve o bölgeye yerleşiyorlar. Daha sonra Kuban çevresine çok gelişmiş savaş kültürleri arasında savaş araçları burada da dikkati çeker. (Rasonyı, 1971: 77).
505 yılında Kafkaslar´ın güneyine geçen ve Kür boyuna yerleşmeye başlayan Sabirler Azerbaycan´daki yerli halkı sindirdiler. 508 yılında da Ambazuk adlı başbuğlarının komutasında İranlılar´la savaşa girdiler. On yıl içinde Kür ve Aras bölgesinin tamamına hâkim oldukları gibi Azerbaycan´ın güneyine ve Anadolu´nun içlerine kadar akın etmeye başladılar. Kısa zamanda Kızılırmak, Yeşilırmak bölgelerini kadar yayılıp Konya bölgesini bile yağmaladılar, Toroslar´a kadar ilerlediler. 530 yılına doğru Kür ve Aras boyuna yerleşen Sabirler´in nüfusu altı yüz bin kadardır.
Sabirler´den sonra Kafkaslar´a kuzeyden gelen Hazar Türkleri sahip olmuştur. Kan bakımından Sabirler´in halefleri oldukları gibi adları da Sabir gibi serbest dolaşan anlamına gelir. Hazarların da gelmesiyle Kür ve Aras bölgesinin yanında bütün Azerbaycan ve Doğu Anadolu´nun bazı bölgeleri Kafkaslar´ın kuzeyinden gelen Türk urukları ile dolup taştı. Altı asır kadar yaşayan Hazar Devleti, Doğu Avrupa´da ilk muntazam devlet kuran kavim Hazarlar´dır. Hazarlar, Orta Asya´da halis bir Türk kavmi idiler. 7.-10. yüzyıllarda kuvvetli teşkilatı, canlı ticarî faaliyeti, dinî hoşgörüsü ve iktisadî refahı ile Kafkaslar ve Karadeniz´in kuzey düzlüklerinde İtil (Volga)´dan Özü (Dnyeper)´ye, Çolman (Kama)´a ve Kiyef´e uzanan sahada siyasî istikrar sağlayan Hazar hakanlığı Doğu Avrupa tarihinde büyük rol oynamış en mühim Türk devleti olarak görünmektedir. Hakanlığa ad veren Hazarların (Arapçada al-Hazar, İbranicede Hazar, Kozar, Latincede Chazari, Gazari, Grekçede Khazaroi, Rusçada Kozar, Kozarin, Macarcada Kazar, Kozar, Ermenicede Hazir-k, Gürcücede Hazar-i), Sabar Türklerinin devamı oldukları İslam tarihçisi el-Mes´üdî´nin (10. yüzyıl) bir kaydı ile de kuvvet kazanmıştır. Ona göre, İranlıların "Hazar" dedikleri topluluk Türkler tarafından "Sabar" (Sebir) diye anılır. Sabar adı yerine Hazar tabirinin hemen aynı mânâya gelmesi de bunu teyid eder. 
965 yılına doğru son bulmuşsa da bugünkü Terekeme Gürcistan´ın tamamı 645 yılından itibaren Arap ve İslam tesiri altına girmiş bulunmaktadır. Hazarlar 737 yılında Müslüman olup 68 yıl bu dini resmi din olarak kabul etmişlerdir. 
Hazarlar arasında Müslümanlığın yayılması bu karşılıklı savaşların sona ermesinden sonra başlayan sulh devresinde ve bilhassa ticarî münasebetlerin gelişmesinden sonra gerçekleşmiştir. Mervan b. Muhammed´in (737) yılında Hazar başkenti İtil´i zaptıyla neticelenen seferinin sonunda, Hazar hakanının Müslümanlığı kabul etmesi şartıyla ülkeyi terk edeceğini bildirmesi üzerine hakan çaresiz bu teklifi kabul etmek zorunda kalmıştır. Ancak Mervan çekildikten sonra hakan sözde kabul ettiği Müslümanlığı terk etmiş olmalıdır. Çünkü IX. asrın ilk yıllarında hakan ve ailesi Museviliği kabul etmişlerdir. (İslâm Ansiklopedisi, (5), 1988: 397-408; Rásonyı, 1971: 114-117)

Oğuzlar´ın Anadolu´ya gelmeye başlaması X. yüzyılın sonları ile XI. yüzyılın başlarına rastlar, başka bir ifadeyle 24 Oğuz boylarından bazıları bu tarihte gelmiştir.
Anadolu´ya ilk gelenler ise Üçoklar´dan Gök Han oğlu Bayındır Han soyundan gelen Bayındırlar ile bunlardan biraz sonra gelen yine Üçoklar´dan Dağ Han Oğlu Salur´un oğullarının teşkil ettiği Salur ( Bazı metinlere göre Salgur/Şalvur/Şayur ) boyudur.
Bunlar gerek tek başlarına ve gerekse Selçuklular´ın hâkimiyetleri sırasında bölgedeki Ermeni ve daha kuzeydeki Gürcüler´in müttefiki bulunan Kıpçak ve Abhazlar´la savaşmışlardır. Bayındır Boyu´nun Hazar Denizi´nin kuzeyinden, Salur Boyu´nun da Hazar Denizi´nin güneyinden geldikleri eldeki belgelerin incelenmesinden ve yer adlarından anlaşılmaktadır.
Ermeni, Gürcü ve diğer milletlerle yapılan savaşlarda Bayındır Boyu ile Salur Boyu düşmanlarına karşı birlikte hareket etmiştir. Zamanla da bu iki boy düşmanlarına çok yakın olarak iç içe oturmaya başlamışlardır.
Burada bir husus dikkatimizi çekmektedir: Azerbaycan ve Doğu Anadolu´ya evvelce gelen takriben iki milyondan fazla Sabir ve Hazarlar ile onların komşuları olan eski Oğuzlar ile Gogarlar nereye gittiler? Bu uruklardan Gogarlar ve Sabirler´in gelişi sırasında Kür ve Çoruh ırmaklarının ormanlık bölgelerine çekildikleri biliniyor. Sabir ve Hazarlar´ın artıkları ise oldukları yerde kalmış ve yerli halkla kaynaşmışlardır. Yoksa gelen yirmi ya da kırk bin çadırlık bir Türkmen topluluğunun birden bire bölgeye sahip olmalarına imkân yoktur. Tarih bize Oğuzlar´ın Ermeni, Gürcü ve diğer Türk olmayan bazı uruklar ile savaştıklarını bildirmektedir.

TEREKEME (TERAKİME) ADININ MENŞEÎ

Lügat mânâsı, Türkmen´in çoğulu yani ?Türkmenler? olarak verilen bu ada ilk defa Osmanlı kaynaklarında rastlanıyor. Osmanlılar´ın Kafkas elleri ile Azerbaycan´ı fetihlerinden yetmiş altı yıl sonra 1660 yılında Harezm ve Özbek Hanı Ebulgazi Bahadır Han (1603-1663) tarafından kaleme alınan ve Türkler´in soy kütüğü olarak bilinen Şecere-i Terakime adlı eserde de bu konuda geniş bilgi bulabilmekteyiz.
Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime´yi hazırlarken Reşidedin´in Oğuznamesi´nden faydalandığı gibi bilhassa sözlü Türkmen rivayetlerini de toplamıştır. Bu bakımdan Oğuzname´nin mevcutları arasında önemli bir yeri vardır.
Kuşu kartal ( bürgüt )dır. 
Başka bir eserde de Salur adının anlamının:
?Hücuma hazır cengaver? olduğu belirtiliyor. Ayrıca mevcut tarihî belgelerin araştırılması sonucunda da Salurlar´ın Oğuzlar´ın yanında seçkin bir yerinin olduğu anlaşılıyor.
Oğuz boyları kütüğünde nereye varsa kılıç ve çomağı ile iş gördüğü belirtilen ve Dede Korkut Hikâyeleri´nin baş kahramanlarından olan Salur Kazan Han gibi bir başbuğa sahip bulunan Salurlar genellikle siyasetten, hükümet sözünden anlamazlar, baskıdan hoşlanmazlar. Başka birisi çıkıp da onlara liderlik iddiasında bulunursa ibret olması düşüncesiyle onu ortadan kaldırırlar. Fakat kendi aralarında demokrat kişilikleri her zaman öne çıktığından çok iyi anlaşır ve geçinirlerdi.
Selçuklular´dan daha önce Horasan´da oturmakta olan Salurlar´ın daha sonra Doğu Anadolu´ya geldikleri, yöre halkının yurtlarını terk ederek Bağdat´a kadar gidip durumu halifeye şikâyet ettikleri bilinmektedir. Bunun üzerine halife ve Selçuklu Sultanı´nın ikazı üzerine kuzeye dönerek Azerbaycan ve Ermenistan topraklarına giren Salur ve diğer Türkmen oymakları 1050-1054 yıllarında yukarıda da değindiğimiz gibi defalarca savaştılar, yendiler, yenildiler. Sonunda da hem Azerbaycan´ın hem de Doğu Anadolu´nun sahibi oldular.
İslam dinine ilk girişlerinde Türkmen adı verilen Oğuzlar´a, Azerbaycan ve Doğu Anadoluda´ki bu fetihleri ile İslam´a olan hizmetlerinden dolayı bir araya gelmiş, toplanmış Türkmenler anlamına gelen ve aslı Arapça olan Terakime adı verildi. Bu ad zamanla Terekeme şekline girdi.
Terekeme adı Azerbaycan´da doğmuştur. Terekemeler Şiîliği benimsediler. Şiîliği benimsemeyip Sünnî olarak kalmayı tercih edenlere Karapapaklı adı verildi ki çoğunluğu Sünnî Borçalı-Kazaklar bu adı hemen benimsediler ve zamanla adlarıyla övünmeye başladılar.

KARAPAPAK ADININ MENŞEÎ
Karapapak adı bu Türk uruğunun ırk özelliği ile ilgili olmayıp, bunların yaşayış ve giyiniş tarzlarıyla ilgilidir. Çünkü Türkler arasında Kızıl-Börük (Kırmızı Kalpak), Konur-Börük (Kahverengi Kalpak) adı ile anılan iki Kazan Boyu daha vardır.
Bu ada ilk defa Rus vakayinamelerinde Çernie Klobuki (Siyah Serpuş) adıyla 1146 yılında yer veriliyor. 1239 yılında da Reşideddin Camiü´t-Tevarih´inde kavm-i külah-i siyahtan söz eder.
XV. yüzyılda Anadolu ve Kafkaslar´da her üçü de Türk olan boylar hâkimdi. Bunlardan Kayılar Anadolu ve Trakya´da hâkim olmuşlar ve Osmanlı İmparatorluğu´nu ; bugünkü Diyarbakır ve İran Azerbaycan´ında Döger Boyu´na mensup olanlar ise Karakoyunlu devletlerini kurmuşlardı. 1467 yılında Karakoyunlu Devleti´ni tarih sahnesinden silen Akkoyunlu Devleti Osmanlı Devleti ile yaptığı savaşı kaybettiğinden zayıflamaya başladı. İç bölünmeler ve dış savaşlar sonucu Akkoyunlu Devleti de 1502 yılında tarih sahnesinden tamamen çekildi. Osmanlı Devleti ise cihan imparatorluğuna kadar yükseldi.
Akkoyunlu Devleti´nin yerini yine Türk asıllı ve Şiî olan fakat kendilerini İranlı sayan Safeviler aldılar. Safevi Devleti´nin kurucularından sayılan Erdebil Tekkesi Şeyhi Şeyh Haydar, kendi devleti ve tekkesine bağlı olanları diğer Müslümanlar´dan ayırt edebilmek için bunların başlarına on iki dilimli ve her dilimine bir imanın adı yazılı olan ve tamamen kırmızı renkten oluşan başlıklar giydirdi. Taç adlı bu kızıl kavuklardan giymeyip, yani mahalli tabirle ?Kızılbaşlığı? kabul etmeyenler Sünnî olduklarını belirtmek için başlarına ısrarla Karapapak giydiler. Safeviler de bunlardan Resm-i Sünnî vergisi adı altında vergi almaya başladılar.
Karapapaklar, folklor ürünleri bakımından Hunlar´a; bazı gelenek ve görenek bakımından Sakalar´a; savaş ve kavgada ölmeyi, yatakta ölmekten daha şerefli saymaları bakımından Göktürkler´e; yiğitlik ve mertlik bakımından da Oğuzlar´a benzemektedir. Bu uruğun hangi tarihlerde Çıldır´a yerleştikleri konusuna gelince; 1578 yılında meydana gelen ve Osmanlılar´ın galibiyetiyle sona eren Çıldır Cengi sırasında İran birliklerinin Türk ordusuna pusu kurduğu boğaza Kızılbaş Çukuru, Serdar Lala Mustafa Paşa´nın ordugâh kurduğu yere ise Şah Yurdu adının verildiği, bu yer adlarının halk arasında canlılığını koruduğu dikkate alınırsa Çıldır´ın köylerinden pek çoğundaki Karapapak köylülerinin o zamandan beri var oldukları kesindir.

Nizamettin Coşkun/ Köhne Çıldır Belediye Başkanı