AHISKA (1)

AHISKA (1)

Çığlık...Yine çığlık?Hâlâ Çığlık?

        Çığlık...Yine çığlık?Hâlâ Çığlık?

     76 yıldır bir çığlık duyulur Asya´nın birbirine uzak geniş coğrafyalarından. Köklerinden bir gecede koparılıp farklı iklimlere daha doğrusu azabın topraklarına sürülenlerin çığlığıdır bu. Soyun da soykırımın da gerçek  adresidir bu çığlıklar. ?Ahhh!? çeken Ahıska´nın ve Ahıska Türkünün çığlığıdır bu.

     Yıl 1944? Bir Kasım ayında bir kanlı demir el, yanı başımızda kökü bizdeki bir dala el atıyor, feryat ve figan halinde yüz binleri demirden vagonlara yani hayvan vagonlarına doldurarak aylarca dolaştırıp, öldürdüğünü öldürüp, kaldırdığını kaldırıp, ağlattığını ağlatıp her birini uzak ve ıssız bir köşede ahları-vahlarıyla bırakıp kanlı dünyalarına geri dönmüştü. Onlar o terk edildikleri çıplak topraklarda çıplak halde, çığlıklar içinde erim erim erirken, dünya iki kanlı elin bilek güreşini izliyordu. Bizdeki yerli sözde soykırımcıların ceninleri de daha ana rahimlerine düşmemişti kan ve barut kokan o yıllarda.

      İki delinin idaresindeki o yıllar dünyamızda milyonların bitip tükendiği yıllardı. Kimisi savaş meydanlarında kimisi de Asya´nın çıplak topraklarda aç, sefil ve ahlar içinde.

      Bir soyun nasıl kırıldığını öğrenmenin en doğru yolu soyu yok edilenlerin yaşayan şahitleridir. Canıyla, kanıyla, evi-barkıyla, oğlu-kızıyla, anası-babasıyla nasıl koparıldığını anlatan, anlatmaktan öte bire bir yaşayan canlı şahitlerle öğrenilir. Soykırımın gerçek tanımı da ancak onlarda saklıdır. Onları bulup o tanımı öğrenmek biraz canımızı acıtır ama bir kelimenin gerçek karşılığını bulmak için de bu acıyı yaşamaya değer doğrusu.

     Şimdi sizlere 2 bölüm halinde Ahıska´dan  koparılıp Asya´nın bozkırlarında ölüme terk edilen sadece iki  isimden bahsedeceğim. Bu iki isim aslında vatanlarından koparılıp soyları kırılan on binlerin sesidir. Azap yıllarının canlı şahitleri? Ahıskalılıktan sökülüp ?Ahistan´a? gömülen gerçek şahitlerin resmi geçidini sunmaya çalışacağım. Okumanız ve okurken de yanıp yakılmanız için.

    Hayriye Ana: 
  ?Ahıska nere Kazakistan´ın Kantağı köyü nere ay oğul? İnsan bir gecede obasından elinden sökülüp de tanımadığı bilmediği bir yere zorla getirilirse ne yapar. Yumurtadan yeni çıkmış bir kuş anası olmadan ne eder, nere gider? Nasıl yaşar bu sahipsiz kuş ay oğul. Bizleri işte böyle sahipsiz bir kuş gibi getirip bir çölün ortasına bıraktılar. Canlarının istediği yerde vagonları katardan ayırıp çekip gittiler. Giderken de oğlumuz başka vagonda, amcamız başka vagonda, dayımız başka vagonda gitti. Bizleri yakan sadece çöl değildi ay oğul. Kökümüzü kopardıkları yetmiyormuş gibi dallarımızı da birbirimizden kopardılar. Yavru balaban gibi kalakaldık bir başımıza o çıplak topraklarda, çıplak halimizle. Kız kimdi, gelin kimdi, ay nerden doğar, güneş nerden batar unuttuk o yıllarda. Yönümüz de yolumuz da bir kara engele takıldı. Önümüzde bir duvar, arkamızda bir duvar, başımızda bir yumruk olduğu halde öylece yaşa dediler. Yaşadık ama biz yaşamadık ay oğul, biz süründük, biz öldük?

     Ölülerimizi gömmek için zamanımızın yetmediği günler olurdu. Akşama kadar yaşlı ve sakat erkeklerimiz canlarımızı toprağa gömmekten bitap düşerlerdi. Çünkü  gençlerimiz, erkeklerimiz o günlerde Sovyet´in büyük ideallerine! Daha doğrusu Stalin´e hizmet için cephelerde kıyıma uğruyordu. İşte o yıllarda biz hem acıya yandık hem sancıya yandık ay balam. Bu ne demek bilen var mı? Bizim suçumuz sadece Türk olmaktı. Biz kimseye dokunmadık. Kimseye gülle atmadık. Kimseyi samanlıklara doldurup yakmadık. Hamile kadınları öldürmedik. İdareye başkaldırmadık. Zor da olsa dilimizle, dinimizle ve adetlerimizle yaşamaya çalışırken kırgın yedik. Hem ne kırgın ay balam? Hem ne kırgın!

Biz gördük o günleri, Allahım hiç kimseye göstermesin!

Cemal Şafak / İstanbul